Adını yazmaktan, yumurtamsı sarısını zikretmekten usandığım, evrence meşhur şu yuvarlak leke var ya hani; gündüzün olur olmaz vakitlerinde tepemizde dolaşan… Bugün ondan ve nakşolduğu dolambaçlı ortamdan bahsetmeyeceğim. Mavi kubbeli atölyenin boşluğuna saçılan doğal bezemeleri de işaret etmeyeceğim. Hatta, akşamı karartıp gecenin koynuna düşünce gördüğümüz zirvede parlayan havalı gezegenleri de es geçeceğim.
Seher vaktinde uyanıp sabahın perdesini aralamayacağım bu satırlarımda… Sadece, hayata aktüel bir edayla yaklaşıp bir ressamın sanat sayfasındaki bazı safhaları aktaracağım sizlere.
***
Dünyanın renklerini ilk defa Ankara’da görmüş Gürcü Görkem… Eğitim ve öğrenim sürecini memleketinde tamamladıktan sonra gelip Adana’ya yerleşmiş. İş hayatındaki döngüyü, Adana Gümrük Muhafaza Müdürlüğü’nün yönetici kademesinde sürdürüp noktalamış. Emekli olduktan sonraysa aktif olarak resimle uğraşmaya başlamış.
Bu bağlamda, bir sanat merkezinde 3 yıl kadar resim dersleri almış. Şu an çalışmalarına özel atölyesinde devam eden Görkem, alın ve gönül terinin karşılığı olarak birçok ödüle layık görülmüş. Ayrıca, üç kişisel sergi düzenlemiş ve birçok karma etkinliğe katılmış.
RESME DAİR…
Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu Üyesi olan ressamımız, sanata ve hayata dair düşüncelerini şu sözlerle dile getirmekte:
“Resimlerimdeki konular, genellikle ‘Türkiye’de kadın olmak’ üzerine kurulu. Çalışmalarımı soyut bir yaklaşımla gerçekleştiriyorum. Akrilik boya kullanıyorum. Bazı resimlerimde Dadaizm etkisi görülebilir. Türkiye de sesini duyuramayan, imkânları olmayan çok yetenekli gençlerimiz var. Onlara imkân sunmayı ve sanatla beslenmelerini hedefliyorum. Yaptığım her eseri karşımdaki kişinin düşünce ve yorumuna bırakmayı seviyorum.”
HAYATA DAİR…
“Hayatın mükemmel olmayan yanlarıyla değil, onlara verdiğimiz tepkiyle tanımlanmayı istiyorum. Attila İlhan’ın dediği gibi; ‘Sanat, toplumsal bir çabadır. Toplumdan gelir, topluma döner. Fakat gelenle, giden aynı şey değildir.’ Buna aklın isyanı da denebilir bence.
Dünyaya gözlerimi açtığımda her renk beyaz görünüyordu. Gelişme sürecinde maviyi, yeşili hissettim. Doğadaki tüm renklerin değişkenlikleri, bazen hüzün, bazen neşe vericiydi. Kendi içsel yolculuğunda bütün renkler maviydi. Her şey çok derindi; zaman zaman siyaha bürünse de kaybetmediğim mavi, bu derinlik beni tuvale itti. Ne olduğumu, ne olduğumuzu betimleyen benim renklerimdi.”
***
Vakti gelince, yeri ya da göğü örten bütün perdeler açılır. İleriyeyse, renklerini arayan bir tuvalin beyaz başlangıcı kalır.