Binnaz Hanımın Kavurma Tenceresi
Yıl 1914, sonbahar, yer Trabzon,
Düşman bombardımanı ve hainlik dolu yıllar.
Şimdilerde artık aklımıza bile gelmeyen,
Ancak ders almaktan bıkmamamız gereken,
Savaş ve işgal yılları. Darmaduman herkes,
Binnaz hanım’da Trabzon’u terketmek zorunda.
Taka ile Samsun’a gidecek, tam dokuz gün,
Çocuklarını sarıp sarmalıyor, yükleniyor,
Ne bulursa bohçalara ve heybeye sırtlanıyor,
Kalan son bir tencere eti kavruruyor, yolluk.
Evceğizinden ayrılık ateşi, kavurmanınkine karışıyor,
Tencere kapağı sıkıca kapatılıyor, tencere mühim,
Tekneye binerken, dalgalı günde, hengamede,
Koca yeni mevta, iki ergen kız, kucakta sübyan oğlu,
Kaptan ’tencereyi alacağıma bir yolcu daha’ diyor.
Yalvarıyor, kaptan Nuh diyor peygamber demiyor.
Binnaz tenceresini sahilde bırakmak zorunda kalıyor .
Yıllardır ailesini doyurduğu, o koca bakır tencereyi,
Taka suda yol aldıkça tencere küçülüyor da küçülüyor,
Hafızhanım Binnaz’ın gözyaşı sel oluyor, durmuyor,
Kavurma tenceresinin ardından ağlıyor, çocuğu gibi.
Bu hikaye, aile terbiyemizin ilk ünitelerindendi,
Aidiyete saygı ve insani değerlerimiz eğitiminin nüvesi,
Binnaz hanım’ın kavurma tenceresi…
∞Ω∞∞Ω∞
Her ailenin bir benzer hikayesi var aslında,
Ailenin geçmişinden gelen, köşe taşı gibi.
Bunlar ibret alınan, kalbe konulan öyküler,
Bakmayın siz bugünün kirliliğine, laçkalığına,
Elinizin tersiyle itin hergün değişen riyakarlığı,
Bizi, bu ülkenin ibret dolu aile öyküleri taşıyor.
Benim kahramanım Binnaz’ın yolculuğu uzun,
Samsun’da, bir barakada geçen sefil bir ay,
Sonra kağnı ile Samsun’dan Tarsus’a sürüyor.
Aidiyet geride, gelecek karanlık ve üç evlat,
Soğuk ve uzun yolculuk hepsini perişan ediyor.
Binnaz yolda yemeyip yedirse de nafile,
Minik oğlanı Kayseri’de bir handa emzirirken,
Oğlan memede ölüyor, Binnaz yine eleme gark.
Oğlanı gömüp, kalan iki kızıyla ver elini Tarsus.
Sonra Fransız işgali, Kurtuluş savaşı, Cumhuriyet.
Cefa, endişe ve yokluk dolu yıllar.
Binnaz, ne toprağında bıraktığı kavurma tenceresini,
Ne memeden toprağa gömdüğü bebesini unutmuyor.
Kızlar Saadet ve Fazilet’te unutmuyor, unutturmuyor.
∞Ω∞∞Ω∞
Bugünlerde, özellikle yakın coğrafyada çekilen acılar,
Ders alınması gereken ibret dolu öykülerle dolu.
Eminim birçoğumuzun da benzer hikayeleri var.
Çekilen acılar ders ve ibret alındıkça yol gösterici,
Ve bunu yaşamış ve bundan ders almışlarsa,
Bu dünyanın kıymetine, hayatın anlamına daha vakıf.
Hayyam; kendine cehennemi sorana şöyle der;
‘Bana acı çekmemiş bir insan getir, göstereyim sana’.
Belki acı ile yoğrulma en büyük nefs eğitimi,
Ammavelakin hikayeden ders çıkarmak kaydıyla.
Empati, duyarlılık ve sağduyu dolu,
Yaşanılanlardan ibret aldığımız hikayesi olan,
Başlı başına vicdanımıza ve hafızamıza yer etmiş,
Mevcut durumumuza şükür ve minnet duyuran,
İnsana ait öykülerimiz taşıyor bizi hayatta.
Hafızhanım Binnaz’ın kavurma tenceresi,
Hepimizin istemeden ve zorla elinden alınan,
Yaşamımızı anlamlı kılan değerlerden biri.
Değerlerin yitirilme hikayesi öyle kırılma noktası ki,
Binnaz hanıma memede ölen oğlundan bile,
Daha akılda kalıcı bir ibret öyküsü oluyor.
Globalizasyon ve ucuz bilgi maymunluğunda,
Nasıl olursa olsun ulaş, kullan ve at aidiyetsizliğinde,
Değerlerimizin domino taşı gibi yıkılışını,
Dizi film seyreder gibi, seyrediyoruz bugün.
Oysa hepimizin soyunda bir cesur Binnaz,
Geçmişimizde bir kavurma tenceresi öyküsü var.
Hergün gözümüze sokulan, bilinçaltımıza itiştirilen,
Mesnetsiz, aidiyetsiz ve sabun köpüğü safsatalardan,
Ve altında yatan etik dışı beyin yıkamadan kurtuluşumuz,
Binnaz hanımın tenceresini anlamaktan geçiyor,
Kendi aidiyet ve insani değer öykülerimizden geçiyor.
Her ailede mutlaka benzeri olan öykülerden…