Sonsuzluk içinde yüzen küçük bir gezegende,
Milyarlarca yıllık evrim sonucu, tek hücreli canlılardan,
Bir büyük sihir gibi oluşmuş, mucizevi yaratılanlarız.
Milyarlarca hücre oluşturan katrilyonlarca karmaşık atom dizileri,
Biz sadece bir kerecik te olsa yaşayabilelim diye,
Neden acaba bu zahmete girdiler?
Bizden, hatta kendilerinin varlığından habersiz kuarklarımız atomları,
Atomlarımız molekülleri, herşey birleşe birleşe canlılığımızı oluşturup,
Bizi zaman denen akıl almaz maceranın içine attığındandır ki,
Biz de bu akıl almaz serüvenin gösterilerini heyecanla izliyor, bu arada da,
Alabora olmamak, ayakta kalabilmek için dalga ve akıntılara uyuyor,
Onaylasak ta onaylamasak ta hayatı olduğu şekliyle yaşıyoruz.
Aslında değişimlerin en müthişi olan biz, çokçası su, daha azı karbon,
Organik moleküllerden oluşan kimyevi içerikli birer biyolojik makineyiz.
Doğumumuz öncesi olduğu gibi, doğumumuzdan sonra da değişiyor,
Yaşamı ölümden ayıran mikroskobik mucizelerle molasız yenileniyor,
Saatler içinde milyarlarca hücremizi yenisiyle yer değiştiriyor,
Yedi yılda bir, tamamen yeni biri oluyoruz, ama hep aynısıyız sanıyoruz.
Bizi oluşturan bir kova kimyevi maddeyi, piyasadan kolaylıkla toplasak da,
Onlardan bir insan yapamamızın sırrı ise, bir türlü çözemediğimiz
Sonsuzluğu yaratıp sürdüren bu düzenin bileşenleri içinde saklı.
Nasıl mucizevi bir rüyadır bu dostlar.
●●●●○○○○●●●●
Biz de diğer canlılar gibi alışkanlıklar yaratığıyız.
Hayatlarımız sürekli tekrarlar ve kökleşmiş modellerden oluşuyor.
Daha önce yaşanmış hayatları ikinci el olarak kullanıyor,
Ama başımızdan geçenleri daha önce yaşamadığımıza inanıyoruz.
Aslında geçmişimizin arkadan görünüşü olan bir geleceğe koşuyor,
Bu fasit dairenin ise, sonsuz bir doğru olduğunu sanıyoruz.
Fiziki varlığı olan nesnelerle ilişkimizi, onları sözcüklerle tanımlamayı,
Sahip olmayı, kullanmayı, vazgeçmeyi, yenilemeyi biliyor ve başarıyoruz.
Onlara kağıt, kalem, ev, araba, eşya, meta, materyal diyor ve duruyoruz.
Ama iş fiziki varlığı olmayan şeylere gelince, o atomlarımıza kadar sinmiş,
İnsan özümüz, hayatımız boyunca bizi yönlendiriyor ve bu da hikayemiz oluyor.
Hepimiz nasıl ortaya çıktığı hala muamma bu soyut algı ve sezgilerin ardında,
Zihinsel ikinci bir hayat yaşıyoruz ki,
Merak, eleştiri, haz, korku ve kuşku içinde oluşumlarına el attığımız bu hayat,
Ardından gidip, gelecek sandığımız geçmişimizin izdüşümüne tekabül ediyor.
Nasıl düşünüp ifade edersek edelim, yaşadığımız hayat kimliğimizin aynası.
Ve hiçlik ile sonsuzluk arasına sıkışmış bu sürede, akan zaman içinde,
Eski resimlerimizle şimdiyi bağdaştırarak oluşturmaya çalıştığımız kimliğimiz,
Biyolojik, kimyasal ve fiziksel gerçeğimizle bir paradoks içinde.
Bu nasıl bir karmaşık rüyadır dostlar?
●●●●○○○○●●●●
Ama Aristo asıl rüyayı özgür sandığımız irademize atfetmiş ki, bence de öyle.
Üstünde yaşadığımız bu biyokimyasal ve biyofiziksel yapıya rağmen,
Özgürlüğümüzü, özerkliğimizi, bireyselliğimizi tehdit eden sistemlere,
Karşı koyamadığımız önceden kadercilik kolaycılığına rağmen,
Hala irademizin hür olabileceğinden ümidimiz ve hayallerimiz var.
Bizi asıl yaşatan rüya da bu olsa gerek.
Hepimiz, zihnimiz açık olsa da, uyumasak ta o rüyanın peşinde,
Özgür ve bağımsız birer düşçü, düş avcısı gibi yaşıyoruz.
Ve bütün eziyetlere, korkulara, zulüm ve aşağılık davranışlara karşın,
Hala hayatın kokusunu büyük bir zevkle içimize çekebilmemiz,
O hür irademizle, hayali kopyalarımıza yaşattığımız düşlerle oluyor.
Ya uyurken rüya görüyor, ya da uyanıp hayallerimizin peşinde koşuyoruz.
Bizi biz yapan atomlar sonsuzluk içinde dağılıp gidene dek,
Sessizce bizden başka bir enerjiye, fiziksel ve kimyasal bir varlık verene dek,
Atomlarımızın hiç bilmediği, hissetmediği zamanı hissediyor,
Ona aynı fiziksel bir varlıkmış gibi evvel ve sonra diyebiliyor,
Hatta onun içine oturan, ikinci el bir hayali yaşam düşleyerek yaşıyoruz.
Ve gerçek sandığımız bu düşler arasına hapsolmuş yaşantıda,
Gerçek rüyalarımızda asla yapamadığımız rollerin içinde kaybolmuşken bile,
İrademizin özgürlüğü, yaşamanın sadakati ve doğanın adaletine sığınıp,
Yaşamın tüm olumsuzluklarına rağmen, hayata tutunabilmemiz,
Geceden gündüze, bir rüyadan ötekine biteviye akışımızdan olsa gerek.
Montaigne’nin dediği gibi; hayatlarımızı bir rüyayla karşılaştıranlar haklı,
Uyanık uyuyor ve uykuda uyanıyoruz. Ne rüya be dostlar…