Bir sinema yazarının Koronavirüs günleri – Atilla Dorsay

Atilla Dorsay

Bu kitap neredeyse bitti. Hadi, şimdilik sizlere bir ön tüyo vereyim: 10 yılın 10 filmi.

Doğrusu ben de herkes gibiyim: son derece mutsuz; alabildiğine ürkmüş; önlenemez bir kötümserliğe kapılmış… Tarih boyunca yaşanan ve (ve o zamanın sınırlı nüfusuyla) yüzbinlerce insanı öldürmüş o korkunç salgınların; veba, kara veba, sarı humma, kolera, Rus gribi, Asya gribi, İspanyol gribi, domuz gribi, AİDS, SARS, Ebola gribi vb. korkunç hastalıkların bu en yenisi gelip de bizi mi buldu? Hem de 80’i aştığım şu günlerde… Ve özellikle ileri yaş gruplarını hedef aldığı bilgisiyle?

(Arada bir parantez açayım, iyi ki hatırlamak için internete girip bakmışım… Böylece öğrendim: Ne kadar çok salgın olmuş… Ve insanlık nelerle boğuşmuş… Bu bana bir teselli oldu. Ve şu klasik lafı söyledim: Bu da geçer yahu!)

Peki ne yapıyorum? İlk başlarda, geçen yazımda anlatmıştım, her şeyi yapıyordum: Boğaz’a inmekten Yıldız Parkı’na gitmeye, Kemerburgaz’da kızkardeşim Ayla’yı ziyaret etmekten Akmerkez’de yemek yemeye… Hatta yaşgünümü bile, bizim evde de olsa kutladık: oğlum, gelinim ve üç torunumun da gelmesiyle…

Ama sonra her şey öyle bir hızlandı ve olaylar öylesine coştu ki… Sanki o eski Yunan trajedilerinin en ağır bir düzinesi bir araya geldi. Ve insanlığa hayatı zehir etmeye başladı.

Eve kapanmanın teknik altyapısı

Böylece biz de eve kapandık: eşim Leman ve kızım Ece’yle… Ve ben özellikle bilgisayarımın başına oturup yazmaya başladım. Elbette eleştiri değil… Son basın gösterimi de son dakikada iptal edilmiş, ardından da sinemalar kapanmıştı; ne zaman açılacakları bilinmeden… Bizim için bir hayat tarzı, bir yaşam biçimi sona ermişti. Ve ona ne zaman döneceğimiz, hatta dönüp dönmeyeceğimiz meçhuldu.

Ama yazmak her koşulda mümkündü. Hapishanede bile… Selahattin Demirtaş yıllardır tutulduğu hapisten ne güzel kitaplar yazmıştı… Barış Terkoğlu ise (yoksa Barış Pehlivan mıydı?) daha düne kadar gazetesindeki köşesine yazmamış mıydı?

Ben arada sırada olsa da burada yazacağım kuşkusuz… Bunun altyapısı, yani teknolojik altyapısı da hazır. Olayların vahamet kazanmasından hemen önce, sadık bilgisayarcım Vural Tuncer’i çağırdım. Ve hepimizin teknik sorunlarını çözümledi. Allah razı olsun!..

Sinemamızda çok zengin bir on yıl 

Çünkü evde asıl etkinliğim kitaplarım olacak. Sonbahar için, (amaç bilinç altında da olsa) Kasım’daki kitap fuarı için… Olaylardan çok önce de planlamıştım: Ben, bilirsiniz, on ya da beş yılda bir, film eleştirilerimi kitaplaştırırım. Türk sineması eleştirilerimi en son 2011 başında çıkarmışım: Sinemamızda Değişim Rüzgarları – Türk Sineması 2005-2010 adıyla… Arada 2014’de Yeşilçam yüzüncü yılını kutlarken de 100 Yılın 100 Türk Filmi çıkmıştı…

Yazının devamını okumak için tıklayın