Çok sevdik, çok kırıldık ama hiç vazgeçmedik

Adalet Ağaoğlu

Yazgülü Aldoğan

Yaşamaktan çok sıkılmıştı, uzun yaşamı boyunca çektiklerinden, gördüklerinden de son röportajında “Keşke dünyanın bu halini görmeseydim” diyecek kadar. Ölmeye yatmadı, öldü. Son dileğiydi ama yine de sevenlerini çok üzdü.

Adalet Ağaoğlu’nun en çok okunan, bilinen kitabı odur; “Bir Düğün Gecesi”. İçinde benim de olduğum o dönemin gençlerini öylesine çarpmıştı ki, kendisinin de şaşırdığı gibi yıllar içinde modası hiç geçmeden kitap okumayı seven herkes tarafından okundu neredeyse! Yaşadığımız kaosu anlatıyordu, acıları, çekilenleri, bunları çekememeyi. Ve çekemeyenlerin, bütün bunlar fazla gelenlerin en sevdiği kitabı: “Ölmeye Yatmak” ve ardından gelen “Hayır!” Bir üçlemenin anlattığı Türkiye!

Adalet Ağaoğlu

İSİM SİHİRBAZI

Kitaplarına verdiği isimler Türkçeye yeni deyimler kazandırıyordu adeta. Ölmeye yatmak bunlardan biridir. Yazarın öylesine tutkunu olmuştum ki daha önce yazdığı bütün kitaplarını alıp okumuştum. Yeni bir kitabı çıksın diye bekliyor, çıkar çıkmaz hemen alıp bir solukta okuyordum! İstanbul’a ve gazeteciliğe geri dönüşüm onunla tanışma şansı yarattı. Sarıyer Büyükdere’deki evlerinde saatler süren röportajlar yapınca dost oluverdik. Eşi “Karayolcu Halim Bey”le sade, güzel bir yaşantısı vardı. Birbirini tamamlayan ayrılmaz bir ikili, çınar ve sarmaşığı gibi! Kim kime tutkun, bilinmez, galiba Halim Ağaoğlu çok âşıktı eşine. Halim Ağaoğlu Karayolları Genel Müdür Muavini iken görevden alınmış olsa da Karayolcu olarak bilinen bir mühendisti, çok da esprili olduğunu sonradan öğrendik: Ölüm ilanını ölmeden önce “Ben Öldüm” diye kendisi yazmıştı ve 92 yaşında öldüğünde bu ilan yayımlanmıştı!

Ağaoğlu’nun Kitaplarına koyduğu isimler o kadar anlamlı, o kadar güzeldi ki oğlumu dünyaya getirmeye hazırlanırken kendisinden isim annesi olmasını istemiştim. Galata’da yaşadığım ve çok sevdiğim için kuleden ve Hezarfen Çelebi’den esinlenip uçuk öneriler yapınca iş başa düşmüş, oğlumun ismini kendim koymuştum! Onun isim önerilerini beğenmedim diye aramızda espri konusu olmuştu.

Adalet Ağaoğlu

DENİZE UÇTU!

Ve başına gelen o korkunç kaza: 96’da Sarıyer’de, deniz kenarındaki kaldırımda yürürken bir aracın çarpması sonucu denize uçması, neyse ki kurtarılıp ardından uzun bir süre hastanede kalması. Burası Türkiye, başınıza her an her şey gelebilir! Adalet Ağaoğlu’nun da başına sadece trafik kazası gelmiyordu elbet. Kitaplarının başına tuhaf şeyler geliyordu: Yasaklanıyor, toplatılıyor, sansüre uğruyordu. Çünkü Adalet Ağaoğlu, sadece roman yazmakla kalmıyor, etkin bir insan hakları aktivisti olarak “Aydınlar Dilekçesi” gibi tehlikeli bildirilere imza koyuyor, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, darbelere karşı çıkıyor, demeçler veriyordu. Zaten yakın dostları da -Emil Galip Sandalcı gibi- İnsan Hakları Derneği kurucularıydı, kendisi de derneğin üyesiydi. Adalet Ağaoğlu’nun özgürlükçü kimliğiyle bildirilere imza atması iyi hoştu da, 2010’da “Yetmez ama evet”çilerle ortak hareket etmesi, AKP’nin yargıyı ele geçirmek için yaptığı referanduma “evet” demesine yol açacak ve bu da sevenleri arasında tartışma ve reddediş yaratacaktı. 12 Eylül baskı dönemini yaşamışlar açısından antimilitarist gerekçelerle gelinen bu oyun, bugün yaşadığımız, yargının tarafsızlığını kaybedip iktidarın etkisi altına girmesine neden olacaktı ki kendisi de daha sonra verdiği demeçlerde bu tavır alışından duyduğu pişmanlığı dile getirecek, adeta günah çıkaracaktı.

EVET DEMEYECEKTİ!

İstanbulLife’da yayımlanan Çınar Oskay’a verdiği röportajında bunun nedenlerini şöyle açıklayacaktı: “Osman Can, anayasanın demokratik raportörü diye takdim ediliyordu. Yargıda böyle bir bakış olması önemli. Kitabını alıp okudum. Bir gün yemeğe çağırdım, baktım kendim şarap içiyorum ama kimse içmiyor. O zaman da anlamadım.” Sonra anlıyor yanlış adamın peşine takıldıklarını ve “Kafamı duvarlara vuruyorum” diyor. Hep daha özgür olma tutkusu. Farklı mahallelerin hoyratlıkları. Çınar Oskay’a “Babam Osmanlı’nın aydın bir adamıydı. Dindar olan babamın sesi çok güzelmiş, hafız kendisi. Sırf ben ortaokulu okuyayım diye Ankara’ya taşındı, okuyabildim ve fakülte bitirdim. Ama Batılılık o kadar ciğerime işlemiş ki, babam hafız demeye utanıyorum, halbuki sanatkâr. Annemin soyu Saraybosna’dan gelme. Kasabada tüccar olan babamla nasıl buluştular da evlendiler? Ayhan (kardeşi) der ki ‘Adalet, bir aile romanı yazmadın!’ İki ayrı kültür yan yana, barış içinde.”

FİLME ÇEKİLEN KİTABI

Tiyatro oyunları da yazmış, oyunları yasaklanıyor diye roman yazayım bari demiş! Yasaklayan zihniyet, oyunu da yasaklıyor, romanı da sansürlüyor oysa! Ne kadar isterdim, kitaplarının filme alınmasını. Adalet Ağaoğlu’nun çok yerinde saptamasıyla “işçi olsun diye Almanya’ya gönderdiğimiz köylüler” bir araba, bir radyo, bir şapka alıp dönüyordu ülkeye, köyünde hava atıyordu! Fikrimin İnce Gülü, Sarı Mercedesiyle köyüne dönmeye çalışan Bayram’ın yolda başına gelenlerin öyküsüydü. Tunç Okan 1992’de, İlyas Salman ve Menderes Samancılar’ın oynadığı “Sarı Mercedes” ile Fikrimin İnce Gülü’nü sinemaya taşıdı. Film birçok festivalden ödüllerle döndü.

Adalet Ağaoğlu, çok sevdiği ve su içer gibi yazdığı eseriyle sürdürdüğü edebiyatı yaşamının son yıllarında “takati kalmadığı için” devam ettiremedi. Eşinin kaybından ve ülkenin geçirdiği çalkantılardan bunalıyor, yaşamaktan bile sıkılıyor, ölemiyorum diye dertleniyordu. Ama günlük tutuyordu. Dilerim ki o günlükler yayımlanır ve biz heyecanlı bir Cumhuriyet aydınının gözünden ülkenin son dönemini nasıl değerlendirdiğini okuma fırsatı buluruz.  

Yazının devamını okumak için tıklayın