Dam yaşamı, “damdan düşme istatistikleri”nden ibaret değildir – Mustafa Öncül

Sıcaklar tüm şiddeti ile sürmekte! Gazetelerde okuyoruz… Damdan düşerek ölenler, yaralananlar oluyor; bunlara hemen her gün yenileri ekleniyor.

Hayatında damda hiç yatmamış, damda yatan bile görmemiş olanlar, bu “damdan düşme” haberlerini hayretle, gülerek ve hatta anlam veremeyerek okuyorlar.

Oysa damda yatmak apayrı bir kültür, alışkanlık, belki de zorunluluk!

Güney’de, Güneydoğu’daki yapıların hemen hemen tamamında çatı yoktur. Sabahtan akşama kadar beton, güneşin tüm sıcağını emer; akşamdan sabaha kadar da emdiği bu sıcağı içeri verir! Bu durum ertesi gün de devam eder… Ertesi gün de… Ertesi gün de!..

Evler adeta bir fırındır artık!..

Akşam olduğunda da, gündüzün sıcağından “feleği şaşmış” insanları işte bu “fırın” beklemektedir!

Şimdi neyse de, eskiden klimayı bir yana bırakın, uyduruk bir vantilatör bile lükstü birçok insan için.

Hava kararır… Dama çekilen seyyarlarda, önceki gece gevşetilerek söndürülmüş ampuller tekrar sıkılaştırılıp, yakılır.

Ne yapsınlar?

Bunun için sıcaklar başlarken, yaylaya çıkar gibi, ev dama taşınır. Dam bir güzel süpürülüp, temizlenir… Çullar serilir, çulların üzerine yataklar, yastıklar konur, cibinlikler gerilir… Artık yaz sıcağı hazırdır karşılanmaya. Boğucu sıcakların uyunmaz ettiği geceleri rahatlatacak ortam kurulmuştur.

Birçok evin yaz için özel hazırlanmış tertibatı vardır zaten. Haşarattan, gündüzün yakıp kavurduğu betondan uzak olsun diye yerden yüksekte hazırlanmış çardaklar, tahtlar, haymalar her yaz konuk eder ev sahiplerini.

Artık bir “yazlık” vardır evin tepesinde.

Akşam, güneşin batması ile birlikte evin annesi ya da büyük kızı dama çıkar, süpürür sular her yanı. Çayları demler, komşu kadınları çaya çağırırlar. Gelmeyen, çağırılmayan kadınların dedikodusunu yaparlar; yeni bulunan nakış örnekleri gösterilirler birbirlerine, bitenlere imrenerek bakarlar. Gözleri mahallenin yolunda yudumlarlar çaylarını. Derken, yolun başında birinin kocası görünür… Sonra ötekinin, ötekinin… Kocası gelen kadın işlerini toplayıp damın merdivenine yönelir, koşar adım evinin yolunu tutar.

Her aile kendi damına çıkmaya başlar yavaş yavaş.

Hava kararır… Dama çekilen seyyarlarda, önceki gece gevşetilerek söndürülmüş ampuller tekrar sıkılaştırılıp, yakılır.

Sabah karşı, serin hafif bir rüzgâr çıkar, bahçedeki beyaz yaseminden, hanımeliden kokular taşır damda yatanlara.

Çulun üzerine sofra bezi serilir, yemek tencereleri, kap kacak gelmeye başlar. Sofra kurulur.

Gündüzden haymanın üzerindeki asmadan toplanan koruklardan yapılmış buz gibi koruk şerbetleri eşliğinde yenir yemek.

Yeni bir çay demlenir, çıkarılır yukarı. Keyif sigaraları, sohbetler eşliğinde içilir sıcak, demli çaylar.

Bazen misafir gelir, komşu evlerden, damlardan. Sohbetler daha da koyulaşır o zaman! Daha da keyifli olur. “Hadi bize eyvallah,” der misafir ailenin babası gecenin ilerleyen saatinde. “Biz de ufak ufak kalkalım. Malum, yarın iş var.”

Bir yandan çay bardakları toplanıp, aşağı indirilirken, bir yandan da cibinlik kurulur, yataklar açılıp uykuya hazırlanılır. Önce çocuklar yatırılıp, uyumaları beklenir. Sonra büyükler yatar. Bazen de çocuklar yatarken, anne-babalar aralarında mırıl mırıl bir şeyler konuşurlar, aşağı inerler. Sonra “iki su dökünüp” geri çıkarlar dama, usulca cibinliği bir kenarından açıp, süzülürler içeri, yatarlar yerlerine. Küçük çocuklar uykularının en derinlerinde bir yerlerdedirler o an.

Sabah karşı, serin hafif bir rüzgâr çıkar, bahçedeki beyaz yaseminden, hanımeliden kokular taşır damda yatanlara. Bu serin, güzel kokulu rüzgâr, damda yatanların çalar saatidir. Uyanırlar üzerlerinde tatlı bir mahmurlukla.

Evin babası işe, çocuklar sokağa gider. Anne günün işlerine çoktan başlamıştır.

Önce evin annesi!.. Çıkar cibinlikten sessizce, aşağı iner. Az sonra elinde iki kahve fincanı ve bir bocit su ile döner, evin babasın yaklaşıp dürter, “Bey.. Hadi kalk.” Evin babasındadır uyanma sırası. O da çıkar cibinlikten yavaşça, karısının bocitten döktüğü su ile elini yüzünü yıkar. Karı koca karşılıklı oturup, sabah kahvelerini içerler doğan güneşin ilk ışıkları ve kuş sesleri eşliğinde.

Güneşi yüzlerinde hissetmeye başlayan çocuklar kalkar daha sonra.

Artık yeni bir gün başlamıştır.

Yataklar, cibinlik toplanır… Aşağı inilir hep beraber. Allah ne verdiyse, kahvaltı hazırlanır.

Evin babası işe, çocuklar sokağa gider. Anne günün işlerine çoktan başlamıştır.

Akşam güneşin batmasıyla başlayan dam yaşamına, akşam kalınan yerden başlanmak üzere güneşin ilk ışıkları ile ara verilir.

Onlar için dam yaşamı, sadece gazete haberlerinde gördükleri “damdan düşme istatistikleri”nden ibarettir.

Adanaca – Türkçe sözlük:

Hayma: Damda, aşağıdan uzayıp gelen asma dallarının kapladığı çardak.

Bocit: Bakır sürahi

Çul: Kilim

* Yazıda kullandığım fotoğrafı, Facebook’taki “Adana’nın Eski Fotoğrafları” grubundan almıştım yanlış hatırlamıyorsam. (Tarih, 1900’lü yılların başları olsa gerek.)

Not: Bu yazı 2002 yılında yazılmıştır.

Kaynak: www.mustafaoncul.com