Çetin Yiğenoğlu edebiyatı, bence ülkemizde yeterince değeri bilinememiş, hak ettiği okur kitlesine ulaşamamış, farklı, sıra dışı ve özgün bir edebiyattır. Yazarın, özellikle İstanbul edebiyat çevresinden uzakta kalarak, yerelliğin derinliğine çekilip, kozasını orada örmesi, öykü ve romanlarının, deneme ve araştırma kitaplarının yeterince tanınmamasının başlıca nedenleri arasında yer alıyor diye düşünüyorum.
Bu konuda, Çetin Yiğenoğlu İstanbul’da Yaşasa Ne olurdu? başlıklı, 2006 tarihli bir gazete yazısı dikkatimi çekti. Bu yazıda “Biliyorum gitmez ama Çetin Yiğenoğlu İstanbul´da yaşıyor olsaydı herhalde eserleri dünyanın dört bir yanında okunur ve her kitabı tercüme edilerek diğer ülkelerde bile satış rekorları kırardı… Kitaplarından birini bile okuyanlar Gazeteci-Yazar arkadaşımın kalemindeki güce tanık olmuşlardır. Bir kere Yiğenoğlu´nun kitapları bilgi doludur, Çukurova doludur.” diyen yazar, onun uzun yıllar gazetecilik mesleğine nasıl emek verdiğini, hayatını bu yola adadığını, büyük özveriyle çalıştığını, yaratıcılığını, titizliğini, ayrıntılara dikkat edişini, mesleki koşuşturmalar arasında sayısız ödüller aldığını dile getirerek şunları ekliyor sözlerine:
“Görevleri nedeniyle boş zamanı olmadığını biliyorum ancak sevgili dostum Yiğenoğlu hiçbir zaman şikâyetçi olmadı. Bu sıkışık dönemlerde bile kendine zaman ayırıp masanın başına geçti, öyküler, romanlar, araştırmalar kaleme aldı… Yayınladığı eserleri birkaç baskı yaptı. Bazıları tükendi, yok sattı. Örneğin Irazca Yıldız Köy Gazinosu, Son Meyhaneci hikâyelerini herhalde artık bulmak mümkün değil. İnokin-Bir Aşk Bilmecesi, Gasteci adlı romanları epey konuşuldu. Sakıncalı Polis Nurhan Varlı´nın Anıları, Metelikten Medyaya isimli anı kitapları ise herhalde piyasada kalmamıştır. Yiğenoğlu´nun Çukurova’daki Kent ve Ova, Şeriatçı Şiddet ve Ölü Ozanlar Kenti Sıvas röportajları, Kozanca-Kozan incelemesi ise kaynak gösterilerek alıntı yapılan eserleri arasında…”
Bilindiği üzere, gazetecilik, ülkemizde en çileli meslekler arasındadır. Emek sömürüsünün, sık sık işsiz kalma durumunun yanı sıra, düşünce özgürlüğünün toplumca ve yönetenlerce yeterince benimsenip içselleşmemesi, gazeteciliği sürekli olarak otorite ve iktidarla mücadele eden bir konumda tutmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat döneminde toplumsal hayatımıza katılan gazete ve gazetecilik, o zamanlardan günümüze kadar süregelen uzun tarihi boyunca, sürgünlerin, hapislerin, baskıların, kısıtlamaların, sansürün, kapatmaların çilesini yaşayan, zorlu, sancılı bir mesleğin adı olmuştur. Bu uzun tarihin yaratıcı öznesi olan gazeteciler; cesaretleri, büyük mücadeleleri, kalemlerinin gücüyle, sayfalarda ve düşünce dünyamızda yaşıyorlar.
Çetin Yiğenoğlu da o cesur, çalışkan basın emekçilerinden biridir ve has bir gazetecidir. İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu mezunu olan yazar; alaylı değil, okullu bir gazeteci olarak yer alıyor basın dünyamızda. Farklı meslek gruplarından gazetecilik mesleğine geçenlerin çok fazla sayıda olduğu ülkemizde, yoğun sorumluluklar içeren bu mesleği bilimsel metotlarla öğrenmiş güzide bir gazeteci olması, Çetin Yiğenoğlu’nu pek çok gazeteciden farklı kılıyor en başta.
Gasteci romanının anlattığı döneme mizahi bakış
Çetin Yiğenoğlu’nun romanları arasında özel bir önem ve değere sahip olduğunu düşündüğüm Gasteci’den söz edeceğim bu yazıda. Kitabın kapağında yer alan Gasteci başlığındaki S harfi, bilinçli olarak ters basılmış. Gazeteci kelimesinin imla hatası taşıması da imalı. Bu, bir başkaldırıyı, sıra dışı ve kural dışı olmayı duyumsattığı kadar, aykırı bir kimliği, mizahi bir duruşu temsil ediyor bir bakıma.
Gasteci, gazetecilik mesleğine içeriden bakan, son derece farklı, özgün, çarpıcı bir roman olarak yer alıyor Çetin Yiğenoğlu edebiyatında. Gasteci, toplumsal ve kişisel hayatın her alanına hükmeden sosyoekonomik ve politik sistemin içinde bir gazeteci olarak var olmanın; kirlenmeden, kalemini çıkar odaklarına teslim etmeden yazmanın ve yaşamanın anlam ve değeri üzerinde uzun uzun düşündürüyor bizleri.
Elbette her mesleğin içinde, olumsuz, çıkarcı, kötü ve karaktersiz kişiler vardır; gazetecilik mesleği de ne yazık ki bu olgudan bağımsız değildir. Romanda gazetecinin kaleminin bir güç olarak ne denli etkili olduğunu gördüğümüz gibi, bu gücün haklının adına değil, egemenler ve çıkar odakları adına kullanıldığında yaşanan sorunların boyutlarını da net olarak görebiliyoruz.
Gasteci, öncelikle mizahi bir eser. Mizah, bilindiği üzere, gerçekliği yeni bir gözle görmemizi sağlayan, o gerçekliğe farklı perspektifler kazandıran, onu boyutlandıran sanatsal bir güçtür. Her türden otorite ve toplumsal iktidar biçimleri, mizahın gücüne karşı koyamaz, mizahla başa çıkamaz. Mizah, ele avuca sığmaz yapısıyla, duvarları yıkar, zincirleri kırar; her türlü güç, otorite ve iktidar ilişkisini müthiş bir biçimde sarsar. Mizah, eleştirel düşüncenin en güçlü biçimlerinden biridir. Kara mizah ise ağlanacak haller karşısında acı acı güldüren, düşündüren, sorgulayan bir mizahtır. Gasteci, tipik bir kara mizah örneği olarak okunabilir; birçok sayfada kahkahalarınızı tutamıyorsunuz, ama birçok sayfada da “ne olacak bu ülkenin, bu basının, bu toplumun hali?” diye soruyor, kara kara düşünüyorsunuz. Kara mizah, bir sorgulama biçimidir; dolayısıyla Gasteci, sorgulayan bir romandır aynı zamanda.
Çetin Yiğenoğlu, gazeteciliğin, gazetelerin ve gazetecinin pek çok sorununu, o müthiş kara mizahının içinde işliyor, dile getiriyor Gasteci’de. Yerel basını, yerel basının sorunlarını masaya yatırırken, yerel basın bağlamında bütün basınımızı irdeliyor. Basınımızın ağlanacak halini mizah potasında eritiyor, Türk basınına eleştirel bir bakış getiriyor. İroninin, taşlamanın, roman metni içinde başarılı ve ustalıklı bir örneğini sunuyor. Asıl olarak, 12 Eylül darbe dönemi sonrasında ülkeye getirilen liberal ekonomi ve liberal sistemin toplumda oluşturduğu değişim ve dönüşüm sürecinin, basınımızda yarattığı erozyona, bozulmaya ve yozlaşmaya dikkat çeken Gasteci, Çetin Yiğenoğlu’nun, kendi tanıklıklarını, yaşadıklarını, gördüklerini bir roman gerçekliğine dönüştürerek, ona fantastik, gerçeküstü hatta absürt kurgular da katarak yazdığı sıra dışı bir yapıt.
Yazının devamını okumak için tıklayın