Eleştirmen Serkan Parlak ile metinler arası bir söyleşi

Ayfer Feriha Nujen

Eleştirmen Serkan Parlak ile metinler arası bir söyleşi: Yazarların büyük bölümü en az bir paragraf geliştirici cümleler bekliyor

Kitap tanıtım işinin nesnellik kriterleri doğrultusunda bir an önce hak ettiği kurumsallığa erişmesi gerekiyor. Bu gerçekleştiğinde tanıtım yazılarına yönelik olumsuz eleştirilerde azalacak, eleştiri ise hak ettiği yeri tekrar bulabilecek.

Yazanlar arasında başkalarını en fazla okuyanlar eleştiri ve tanıtım metni yazanlardır. Eleştirmen Serkan Parlak ile kitapları ve yazdığı kitaplar etrafında kendine has okuma kültürü ve okumak üzerine konuştuk.

Serkan Parlak’ı herkes bir eleştirmen ve kitaplar üzerine incelikli sözler eden biri olarak tanıyor, yani çoğunluk. Oysa sizin derlemeleriniz, öyküleriniz ve romanınız da en az kitaplar üzerine ettiğiniz sözler, yazdığınız metinler kadar değerli. Yazan biri olmakla birlikte başka yazanlar üzerine konuşmak sizden neler alıp götürdü ya da size neler kattı? Kendi metinlerinizi yazmanıza engel oluyor mu?

Tek romanım “Ormanın Kıyısı”nda çocukluğumla ilgili bir takıntımı aşmaya çalıştım. Öğrencilerimle birlikte çıkardığımız “Başka Semtin Öyküleri”nde Sultangazi’den hareketle çevre semtlerdeki liseli ergenlerin hayatlarından kesitleri görünür kılmaya çalıştık. Bu yıl Cemil Kavukçu Öyküleri hakkında bir kolektif deneme kitabımız yayına girecek. Ekip işlerini bütün zorluklarına rağmen seviyorum. Bu işlerin hem üretim hem de yayınında çevremdeki arkadaşlarım sağ olsunlar bana hep destek oldular. Bütün bunlar olurken son on yılda sürekli kitap tanıtım yazıları, eleştiri ve incelemeler yazmaya çalıştım, editörlük ve düzeltmenlik yaptım. Görüşmeler hazırladım. İlk iki yazımın Radikal Kitap -Samsunspor, Kırmızı Beyaz Siyah- ve Notos’ta çıkması -manga kültürü hakkında yayınevi editörleriyle görüşmeler- beni heyecanlandırdı. 

Kenarda bekleyen öykülerim ve bir roman taslağım var, ancak bir türlü kurmaca yazamıyorum artık. Bunda başka kitaplar hakkında yazmak kesinlikle etkili oldu, ancak bu durum bana her anlamda çok şey de kattı. Özellikle yazarlar, yayınevi çevreleri, editör ve reklamcılarla tanıştım. Deneyim olarak olumlu ve az da olsa olumsuz çok şey kazandım.

Kitap okumak bir uzmanlık alanı yaratıyor, iyi bir okur kılıyor insanı bir süre sonra. Yani ben kitap okuya okuya insan okumaya da başladım diyebilirim rahatlıkla, iddialıyım. Siz kitap okurken nelere dikkat edersiniz? Dosdoğru sormak gerekirse kitap nasıl okunur?

Bildik bir yanıt olacak ama şöyle: Bazı kitaplar biraz okunup kenara bırakılır, arkadaşlara verilir, başka okurlara ve kütüphanelere gönderilir. Bazıları yarıda bırakılır kütüphanenize konur ya da biraz önce söylediğim yapılır. Bazıları okunup bitirilir, bitirilenler hakkında tanıtım yazısı yazılabilir. Ancak nitelikli, derinlikli bir eleştiri ya da inceleme yazısı için bir kitap en az iki kez okunmalı diye düşünüyorum. Bu kitapla birlikte biyografi, otobiyografi, teori kitapları da okunabilir ve bence ortaya nitelikli bir yazı çıkar, ancak bunun için daha çok zaman ayırmak gerekebilir. Benim açımdan yazma zorunluluğu olmadan bir kitabın göndermeler yaptığı başka kitapları da okuyarak yapılan çoğul okuma en idealidir. Bu tarz kitaplar sevdiklerinize verilebilir.

Ben kitap okurken önce genel, ardından daha ayrıntılı notlar alırım, bir süre bilgisayarda üzerine çalışırım. Bazen yazımı eşime ve arkadaşlarıma okuturum, kitabın yazarına gönderdiğim de olur. Son olarak yazdığım mecraların editörleri okur, yazıyı kabul eder ya da etmezler haklı olarak, böyle devam ederiz.

Pek çok kitap üzerine pek çok yazar yani bizler yazılar yazıyoruz. Hepimizin bir bakışı, okuyup metne aktardığı kitaplarla kurduğu bir bağ var. Ben bağlanamadığım metni yazamam örneğin. Ama aramızda çok uyanık ve vasat sadece yazmak için yazanlar da var. Farkında değiliz sanmasınlar. Bizden daha akıllı olanlar şöyle yapıyor, bir kitap üzerine yazılmış başka metinlerden faydalanıyor hatta o metinleri çalıyorlar ve vasatlarsa yazdıkları kitabın özetini yazıyor. Biri ne dediğini bilmezken, diğeri yazdığı kitabın okur adaylarını yazdığı kitaptan uzaklaştırıyor. Ben de çok şahane yazılar yazmıyorum evet, ama bir kitaptan söz etmenin de kaideleri olduğuna inanıyorum. Siz bu her iki durum için ne düşünüyorsunuz? Bu uyanık arkadaşların farkında mısınız, onlara ne tavsiye edersiniz?

Başlangıçta hiç yazmadım, sadece notlar aldım yıllarca. Hem bağlandığım hem de bağlanmadığım kitaplar hakkında yazabiliyorum artık. Bu benim için hem olumlu hem olumsuz bir durum, çünkü işe dönüştü, bu durum bazen canımı sıkıyor. Bırakayım diyorum yazmayı, kitaplar da beni hayat bağlayan en önemli şeylerden biri, kararsızım. 

Bir kitap üzerine yazılmış yazıları özgün yorumumla geliştirerek ve alıntılar yaparak ben de kullanıyorum bazen ama kurallara uygun olarak. Özetler ödev yapan öğrencilerin işine yarayabilir, ancak bir kitap tanıtım yazısında ancak bir paragraf olabilir o da okurun metnin hikâyesi hakkında az da olsa fikir edinebilmesi için. Yazarın biyografisine de kısaca yer ayrılabilir, kalan bölümler bence ağırlıklı olarak çözümleme ve kitabın tür olarak genel ya da özelde ve hatta yazarın önceki yazdıklarından hareketle yeni yerini belirlemek de olabilir. Yazarın ilk kitabıysa, günümüzde kitap yayımlatmak bazı açılardan çok zor olduğu için en azından emeğe saygı açısından olmuş mu olmamış mı bunu belirlemek bence önemli, ama olumsuz yönler kesinlikle yazılmalı.

90’ların ikinci yarısından itibaren elimden geldiğince Virgül, Sabit Fikir, Mesele gibi kitap tanıtım dergilerini, kültür sanat dergilerinin kitap tanıtım bölümlerini, özellikle gazetelerin haftanın ve ayın belli günlerinde düzenli ya da düzensiz olarak yayınladıkları kitap tanıtım eklerini sürekli takip ettim. Buralardaki bazı yazarları kendime örnek aldım: Ömer Türkeş, Semih Gümüş gibi. Son yıllarda, nitelikli üretimler yapan edebiyathaber, Oggito internet siteleri ve Kitapeki matbu dergisinde düzenli olarak yazmaya çalışıyorum. Bütün okuduklarım ve yazdıklarımdan hareketle özetle şöyle diyebilirim: Okunan bir kitapla ilgili özet, alıntılar kurallara uygun olmalı, yazıda yer alabilir ancak yazı kesinlikle kendi içinde bir nesnellik taşımalı, orijinal olmalı ya da olmaya çalışmalı. Yazmak için yazmak ve özet hemen anlaşılır. Günümüz okuru çok donanımlı, eğer kötü bir kitaba satış amaçlı iyi bir yazı yazar ya da en az bir paragraf olumsuz yönlerini belirtip geliştirmeye yönelik önerilerde bulunmazsanız olmaz, nitelikli okur bunu hemen anlar. Özellikle uzman olduğu alanlarda tanıtım yazarını denetler. Bunun için telif bile alsanız dediğim gibi olumsuz yönlerini de yazmak gerekir aksi halde okurun gözünde değerinizi, saygınlığınızı ve inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Şunu da açıkça belirteyim yazarların büyük bölümü en az bir paragraf geliştirici cümleler bekliyor, olumsuz da olsa eleştiri bekliyor, benim tanıdığım yazarların çoğunluğu böyle.

Kitap tanıtım işinin nesnellik kriterleri doğrultusunda bir an önce hak ettiği kurumsallığa erişmesi gerekiyor. Bu gerçekleştiğinde tanıtım yazılarına yönelik olumsuz eleştirilerde azalacak, eleştiri ise hak ettiği yeri tekrar bulabilecek. Kişisel tavsiyeler dönemi bence çoktan geçti. Kitapların ve okuma eyleminin toplumsal hareketlerle ilişkisi de ortada.

Önemsediğim bir başka mesele, yazdığımız ve yazmaya henüz fırsat bulamadığımız ama illa ki yazacağımız kitaplar ve onların yazarları. Bir kitabı yazana kadar içtenliğini koruyan insanlar, metin yazıldıktan sonra birden bire farklı tavır ve tutum içine giriyorlar. Ahde vefa bir anlık olmasa gerek. Ben hiç yaşamadım bunu. Ama henüz kitabını yazmadığım, fırsat bulamadığım ya da “kitabı siz yollamayın ben kendim temin edeceğim” diye yanıtladığım arkadaşlardan tuhaf tepkiler alıyorum, hatta bazıları çirkinleşiyor. Biz kimsenin yazı makinesi değiliz, anlamak istemiyor. Bir eleştirmen olarak bunları yaşıyor musunuz, insan kırılan bir nesnedir nefes almak değiştirmez bunu. Bir eleştirmen olarak siz de kırılıyor musunuz bunlara?

Röportajın devamı linkte

https://t24.com.tr/yazarlar/ayfer-feriha-nujen/bir-elestirmen-serkan-parlak-ile-metinler-arasi-bir-soylesi,29668