Emre Toğrul, Gölge Oyunudur Düşmanlık

Kendisi gibi olmayana düşmanlık ve husumet duyma, hasımlaştırma,
En basit insan davranışlarından ve öğrenilmiş kötülüklerden biridir.
Başka düşünceleri yadırgayarak, başkalarını canavarlaştırarak ayrıştırıp,
Güya kendi gibi olmayana duyulan karşıtlık ve yoketme hissiyle hareket,
İnsanlık tarihini oluşturan zamanın da, en boşa harcanmış bölümlerini yaratır.
Düşmanlığın illaki yeşerdiği ruhlarımızın ortak özelliği,
Gölge dediğimiz, ruhumuzun bilinen tarafının tam aksinde duran karanlıktır.
Hiddet, kıskançlık, yalan söyleme, hınç, suçlama, açgözlülük, kin, nefret…
Bu yasak hisler ve davranışlar karanlıkta kalan ve inkâr ettiğimiz tarafımızdan,
Yani kişisel gölgemizden ortaya çıkar.
Herkesin bir gölgesi vardır ve bilinçli yaşamında birey ona ne kadar az yer verirse,
Gölge o denli karanlık ve yoğun olur.
Birisine karşı açıklanamaz bir antipati, olumsuzluk hissettiğimizde,
Kendimizde uzun süre gömülü kalmış, kabul edilemez bir özellik keşfettiğimizde,
Öfke, haset veya utançtan bunalıp bu duygulara yenik düştüğümüzde,
İşte bu karanlık yanımızla, gölgemizle karşılaşırız.
Ego tarafından reddedilen ve gölgeye sürgün edilen tüm his ve kapasiteler,
İnsan tabiatının karanlık tarafının gizli gücüne katkıda bulunur.
Bu gizli alana doğrudan bakamayız. Doğası gereği gölgenin idraki zordur.
Gölge tehlikelidir, ahlaksızdır ve sanki bilincin ışığı canını alacakmış gibi sürekli saklanır.
Asıl korkunç olansa saklanan bu gölgelerin, vasatını bulduğunda,
Kişisel biyolojiden başlayıp, aile ve toplumsal katmanlarda ortaklık yaparak,
Kollektif bir gölge, toptan bir ‘’insani kötülük’’ olarak safları doldurması oluyor.
Günümüzde iletişimin kolaylaşması ve ulaşabilirliği nedeniyle hemen kollektifleşebilen,
Ortak günah keçisi yaratma, ötekileştirme, düşmanlaştırma besiyerlerini oluşturan,
Tek ve bütün bir gölgeymişçesine davranabilen unsur orduları,
Her geçen gün daha fazla ayrıştırıp, kendi gibi olmayana tahammülsüzlüğü pekiştiriyor.
∞Ω∞∞Ω∞
Karanlık taraf, içimizdeki gölge yeni bir evrimsel gelişme değildir;
Ne tam uygarlık ve eğitimin sonucu olarak, nede cehaletle ortaya çıkmıştır.
Kökleri, hücrelerimize dek uzanan biyolojik gölgede yatar.
İçimizdeki hayvan kafeste de olsa sürekli yaşıyor.
Pek çok antropolog ve sosyobiyolog insan kötülüğünün,
Hayvani saldırganlığımızı dizginlemek, kültürü doğaya tercih etmek,
Ve ilkel vahşiliğimiz ile teması kaybetmek sonucunda ortaya çıktığına inanır.
Gölge benliğimiz yani bilinmek istenmeyen o yıkıcı unsurlarımız,
Kendini bilmek dediğimiz aydınlanmanın ağır yükü olmaya devam ediyor.
İnsanın kendini tamamiyle tanıyıp, gölgeyle buluşmasından kastımız,
Onunla devamlı bir ilişki geliştirmek, bilinçli tutumlarımızın tek yanlılığını,
Bilinçdışı derinliğimiz ile dengeleyerek benlik hissimizi genişletmektir.
Günümüz dünyasının hertürlü görsel ve işitsel argüman sofrası,
Tuhaflığı ile her zaman kuşku uyandıran “öteki kişiyi”,
Arketipsel boyutta deneyimlememize ve içimizdeki karanlığa kapılmamıza teşni.
O gölge, kendimizi temize çıkarıp haklı göstermek uğruna bizi bir günah keçisi,
Suçlayacak, saldıracak bir kişi bulmaya iten arketipsel dürtüdür.
Kendimizi tanıdığımız ve sorunlarımızla layıkıyla başa çıktığımız yanılgısı altında,
Her zaman diğer kişiye atfettiğimiz suçlanmayı hak etmiş olma tecrübesidir.
Dostlar; hayatınızı özellikle günlük hayatınızın sizi sürüklediği çıkmazları irdeleyin,
Önce kromozomal insan genetiğinize, sonra insanın başladığı yer eve saklanan gölgenizin,
Bu iki yerde çözemediği sorunları, kollektif bilincin benzer ‘insani kötülüklerine’ taşıyıp,
Bizim hayatımıza ‘’işlevsiz başa çıkma örüntüleri’’ yüklediğini göreceksiniz.
En büyük savaşın verileceği yerin kendi kalbimiz olduğunu anlamadan,
İçimizdeki gölgeyi tanımadan, başka düşman aramanın anlamı yok…