Emre Toğrul, Öğrenmenin Keyfi; Bilmenin Sorumluluğu

Rivayete göre Sokrates baldıran zehrini içmeden az önce,

Bir öğrencisinin elinde tanımadığı bir müzik aleti görür.

“Bana bunun nasıl çalındığını anlat” der.

Öğrencisi üzgün bir şekilde, “Öğreteyim ama Sokrates,

Sanırım bunu çalıp keyif alacak zamanın olmayacak” der.

Sokrates ise, “Evet bunu çalıp keyif alacak zamanım yok ama

Öğrenmenin keyfi var ya” diye karşılık verir.

İşte o öğrenmenin keyfi denen şey, sorumluluğun bilinci denen şey,

Yaratıcılığın tanrısal hazzı, idrak ve tekamülün kudreti denen şeylerdir,

Yaşamı sonu gelmez bir maceraya, oyuna ve değere asıl dönüştürenler.

Bir türlü iç enerjinin bitmemesinin, bir türlü günlerin sana yetmemesinin,

Yaşamdan süzülen her damlanın kopup ağzına damlamasını beklemenin yolu,

Sorumluluk bilinciyle derinleşmiş, öğrenme içgüdüsüyle olgunlaşmış sabırdır.

Yoksa hayat dostlar, hayat gelir ve geçer.

●●●●○○○○●●●●

Öğrenmeyi bu denli keyifli kılan, merakın bizi içine ittiği bilgi okyanusundan ziyade,

Kainata ait o varolan bilinenin, bizde de vücut bulmasının yarattığı hazdır ki,

Her yeni bilinenin bize yüklediği sorumluluğu derinlemesine hissedilmesiyle,

Bunu pekiştirerek hazmetmenin doygunluğudur insani tekamül.

Bugün kolaylıkla ulaşılabilen bilginin öğrenilmesi sırasında uygulanan yöntemler,

Genellikle kullan at, uygula unut, asla sorumlu olma şeklinde olduğundan,

Öğrenme tamamen anlık enformasyon paylaşımı olan bir gelip geçicilik oldu.

Üstelik nereden geldiği ve nereye çıkacağı belli olmayan bu serbest dolaşan bilgi,

Onu sadece kullanan ama algılayıp çözümlemeyen dimağların kullanımında,

Oldukça tehlikeli bir saptırma, yanıltma ve derin bilmeme enstrümanı oldu.

“İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip,

Görev ve programlar vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır.”

Demiş Antoine de Saint-Exupery, ne güzel demiş.

Öğrenmeyi Sokrates’in hissettiği bir keyif, ölümüne bir sorumluluk haline getirmeksizin,

Merakı özlem ve sevgi dolu bir hakikat arayışına dönüştürmeksizin,

Bu yaşamın asıl anlamı boş bir küme olarak kalacaktır dostlar.

Görüyorsunuz dostlar, hayat nasıl geliyor ve geçiyor.

●●●●○○○○●●●●

Bugünlerin en moda mottosu ‘’ okulda bize niye bu kadar şey öğretiliyor’’,

Ya da ‘’zaten bilgi orada arama motorunda var, niye kafamızın içine yüklensin’’.

Eğitim, öğrenmek, veriyi sindirmek, bilgiyi özümsemek aşamalarını gereksiz gören,

Bunun için yüzyıllar içinde evrilerek kurulmuş ali eğitim düzenini reddeden,

Ve herşeyi kendi yöntemince öğrenip kullanmaya çalışan yeni kuşakların kaçırdığı şey,

İşte bu ‘’zamana ayarlı öğrenmenin sorumluluğunda vücut bulan tekamül’’.

Yoksa bugünlerde biribirimize bilgi aktardığımız yöntem aslında kulak dolumu dedikodu,

Bize gelene kadar ‘’ tavşanın suyunun suyu olmuş’’ bilgiden ibaret bir enformasyon,

Serbest dolaşıma katılmış, bilinçsiz kullanıcı dağıtımında tek kullanımlık veri,

Üstelik öğrenilmiş, gerçek eğitimle alınmış bilgiyi körelten bir merhem bilgi.

Eski Mısırdan beri bilginin ana temeli olarak anlatılan doğayı anlama derslerini,

Sürekli ve kademeli tekrarlarla nihai bir bilgeliğe götüren bir uzun bir eğitime ulayıp,

Kişinin bilgiden çıkıp kendine ulaşmasını sağlayan bir eylem, öğrenme dediğimiz,

Üstelik öğrenmenin keyfine, merakın itmesine o denli katkıda bulunmayan,

Salt yarış halinde ve ölçme değerlendirme cenderesinde bir uzun eylem.

Yine de, bugünün her türlü bilgilenme yolaklarından daha gerçekçi.

Yoksa hepiniz görüp yaşıyorsunuz, hayat gelip geçiyor dostlar…

●●●●○○○○●●●●

‘’Bir ağaç dikmek için en iyi zaman yirmi yıl önce ise,

İkinci en iyi zamansa bugündür’’dermiş bir Çin atasözü.

Gerçek ihtiyacımız olan sorunun kökenine inmek,

Gerçek sorumluluklarımızın ayırdına vararak kendimiz tanımak,

Öğrenmenin keyfi denen mücevheri yaşam düsturu yapabilmek için,

Hiçbir zaman geç değil dostlar.

Bilmekten değil öğrenmekten alınan keyfin,

Bimenin sorumluluğuna gösterilen sabrın peşindeyiz dostlar.

Öğrendiklerimiz ve sorumluluklarımız kadar buradayız dostlar.

Geri kalansa, gelen ve geçiveren bir hayat.