Emre Toğrul, Sahte bir bütünlük yolundayız

Herkesin, biteviye eğlenip, muhteşem yerlere gittiğini ve çok mutlu olduğunu,
Herkesin, eğitilmeden ve idrak etmeden bilgi sahibi bilge olabildiğini,
Hiç emek vermeden büyük paralar kazanılıp, mal mülk sahibi olunduğunu,
Sandığımız,
Sandığımız,
Her gördüğümüze kandığımız bir çağdayız.
At gözlüğümüz sosyal medyayı kullanan zevat olarak, kukumav kuşları gibi,
O gözlüğü çıkarmadan olanı biteni takip edip,okumadan, irdeleyip tartışmadan,
Salt gördüğünü duyduğunu kabulle paylaşarak, yarım aklımızı tamamlamak peşindeyiz.
Zira yarım aklımız, doğuştan beri diğer yarısını tamamlayamadığımız, hatta urup aklımız,
Bir onaylanma ihtiyacı, bir onaylanma ve onaylama arzusu içinde yanıp tutuşmakta.
Her devirde ayrıntılarla süslü, özenli kültürler oluşturan oldukça sosyal varlıklar olarak,
Göbeğimiz kesildiği andan itibaren başkalarının içtenlikle vereceği onaya ihtiyaç duyuyoruz.
Aynı zamanda çevremizdeki insanların davranışlarını özümseme ve tekrar etme konusunda,
Başka hiçbir dünya işinde gösteremediğimiz, muazzam bir kapasiteye sahibiz.
Çocukluktan itibaren, çoğu zaman farkına bile varmadan, tam olarak nasıl onay alacağımızı,
Ve kendimize özgü kültürel ortamlara ait hissetmenin nasıl bir duygu olduğunu öğreniyoruz.
İşte bu hissin zirve yaptığı, zarsız zahmetsiz iletişim çağında, öyle tembel işi bir bala düştük ki,
Hakikaten yaşamadığımız halde yaşarmış gibi yaptıklarımızı onaylatıp,
Sürekli beğenilip, takdir edilip, en sıradan günümüzden bile bir onay kodlu fabl yaratıp,
Sonunda da ya alkış, ya gülücük, ya bir kalp yada konfeti sanrısında kanatsız uçuyoruz.
La havle ve la kuvvet…
●●●●○○○○●●●●
İçinden geçtiğimiz ne zaman çırpacağı belli olmayan çalkantılı çağda,
Dürüstlüğün neden anlamlı ve değerli olduğunu anlatan hikayeleri rafa kaldırıp,
Gerçeğin ötesinde, kendi zaviyemiz ve arama motoru kadarıyla yarattığımız dağarcıkta,
Felsefenin temellerinden kadim güzelliğe, beş duyu mimarlığından bacasız erbab kisvesine,
Her alanda paylaşıp onay alan, beğenip onay veren reklamvari bir yaşama gark olduk.
Mutluluğu ve huzuru yakalamak için içsel yolculuğa ne gerek artık, dışavurum var,
Salla kıçını, yapıştır elin sözünü, bük dudağını aç bacağını, küfret yada zerket.
Bilgiyi, hakikati bulmak için zihinsel tekamüle ne gerek artık, hap kap enformasyon var,
Bak, duy, zihinde az yağla iki çevir, uyarına gelirse kendinden de ekle, salla gitsin.
Fiziksel olgunluğa, bedensel doygunluğa, yaradılışa şüküre ne gerek, enstrümantasyon var,
Çizilmiş burunlar, yağı alınmış karınlar, ekili saçlar, biteviye gençlik olmadı fotoshop hattızatında.
Kendini yontmaya, uğraşa, yaşama yayılmış liyakate, biriktirip saklamaya ne gerek artık,
Kon-kullan, kullan-at, iste-gelsin, getir-götür, olmadı otur, herşey elinin altında.
Neredeyse çalışanın ayıplandığı, emek verenin enayi sayıldığı, düşünenin aşağılandığı,
Amma velakin herkesin, her an, bir masaldan çıkma hayatlar yaşadığının pompalandığı,
Lale devri misali bir sanal hayatın, iki tuş bir ekran onaylı zamanın yolcularıyız.
Allah sonumuzu hayır eyleye…
●●●●○○○○●●●●
Ham iken yontulup, boş iken damla damla dolup, kör iken gözleri açılıp ışığa kavuşmayı,
Çalışıp, çabalayıp, basamakları tane tane çıkıp, dökülüp sökülüp yeniden ayakta kalmayı,
Üst üste koyup, alt alta dizip, yan yana yaslayıp bir ömüre yaymayı,
Kısacası hakikatin nuruna verilen zaman içinde, diğer canlılar gibi doğasında varmayı yitirdik.
Bunun bir bütünlük yolculuğu, kendi riyakarlığımızdan usanma sınavı olduğunu,
Bunun bir öngörü, sağgörü, hoşgörü, içgörü ve nihayetinde görü merdiveni olduğunu unuttuk.
Bir onaylanma ve onaylama girdabına düştük ki, topyekün nirvanadayız elhamdülillah.
Gerçek doğamız dışında, yeni trans-insan kültürünün dayattığı onay kutucularında yaşıyoruz.
Bir kullanıcı adı, bir parola, bir profile oradan da bir veri uşaklığına indirgendik ki, sormayın.
Bu kadim doğaya karşı gelip, neokültüre hizmet dürtüsü çok dehşet verici dostlar.
Derinlerde bir yerdeki hissiyatımızın, görünmez zırh bağışıklık sistemimizin, kara kutu belleğimizin,
Sezgi, algı ve kavrayışımızın ortasındaki zihnimizin, hülasa gerçek benliğimizin ,
Dante’nin ilahi komedyasında bile inemediği bu sığ başkalaşımda sağlıklı kalması mümkün değil.
Kendi doğasına dönmeyen hiçbirşeyin sağlıklı kalması olanak dahilinde olmadığı için,
Tanıdık acıya yas, sevince alkış tutturan bu dışavurumcu onay kültürüne mürit olursak,
Gün gelip tüm umudu dışarıda bıraktığımızı, bir türlü dönemediğimiz doğamız bize anlatacak.
Ne diyelim ‘’ Rabbi temmim bi’l hayr’’.