Zeynep Kural, Reşatbey Mahallesi

BİR AĞAÇ EVDİR BAZEN ÇOCUKLUK VE ÇOKÇA REŞATBEY ZAMANLARIDIR
Belediye binasını geçer geçmez sağa döndük ve gözüm sol tarafta kalan ayakkabıcıya takıldı, Kristal vardı bir zamanlar, tüm Adanalı hanımların ayakkabılarını oradan almayı tercih ettiği meşhur ayakkabıcı, lise son sınıftaki mezuniyet gecem için aldığım, lame bantları olan, o şahane zarafetteki sandalet sanki ayağımdaydı o an.
Oradan da sağa dönünce anladım ki artık kaçıncı kez olduğunu saymadığımız bir yolculuğa çıkacaktık yine birlikte. Çok özlediğimiz çocukluğumuz hep burnumuzda tütüyordu evet, bu defa, bu masalın kahramanı Ali’ydi.
Aynı cümlelerin kurulduğu, aynı duyguların yaşandığı ama yaş ilerledikçe her defasında etkisinin çok daha fazla, çok daha yoğun hissedildiği bir masaldı.
Belediyenin hemen arkasındaki sokağa geçip de ek bina olarak yeni yapılan çok katlı binanın yanında yan yana duran iki eski apartmanın önünden geçerken birisi lojmandı sanki, diye mırıldandık ikimiz de. Önceki miydi ya da sondaki mi emin olamadık, ama Ali’ye göre sondaki olabilirdi büyük bir ihtimal, apartmanın adının yazılı bulunduğu kendisi de eskiden kalma tabelaya bakıp Urgenç, yazıyor bak, derken, hiç de yabancı gelmedi bu soyadı, tanıdık bir yerlerden, diye ekledik.
Adana böyledir işte çokça, tanımazsın belki, ama illaki bilirsin, tanıdığının tanıdığıdır, arkadaşının akrabasıdır, ya da bir yerlerden mutlaka duymuşsundur. Çıksan şimdi böyle bir mahallede herhangi bir apartmana, bir katta bir ahbap, bir tanış mutlaka vardır. Aitsindir ve sana ait bir şeyler vardır. Bunun kadar insanı güven içinde hissettiren bir duygu da zor bulunmaktadır.
Arabayla köşeyi döner dönmez hemen sağ kolumuzda kalan okuldu Ali’nin ilkokul 5. sınıfı okuduğu okul. O yıl gelmişler zaten Adana’ya, 69 yılının kasım ayında, şimdi adı; Meryem – Abdurrahim Gizer Ortaokulu, ama o zamanlar Ziyapaşa İlkokuluymuş, ordudan emekli babası, o zamanlar ülkenin en büyük fabrikalarından biri olan Güney Sanayi’den iş teklifi alınca, ailece İzmir’den Adana’ya göçmüşler, Reşatbey, benim çocukluğumun geçtiği Yüzevler gibi en mutena semtlerden birisi, bahçeli, çok güzel evleriyle, köşkleriyle meşhur o zamanlar, Akçanların üçkatlı, bahçe içindeki evlerinin 1. katına yerleşmişler. Ailenin, şalgamla ilk tanışması da Ali sayesinde olmuş, iki adımlık mesafedeki okuldan eve her gün döndüğünde ağzının kenarındaki mor lekelere bir anlam veremeyen kayınvalidem iz sürünce anlamış ki şalgam, diye bir içecek var ve bunu içmeyen, sevmeyen bir Adanalı yok, yıllar içinde en has Adanalılardan biri olan eşimin ailesinin de şalgam ve kebap kültürü böylelikle başlamış.
İşte tam o evin önünde park ettik arabayı. Bizim ilk evlendiğimiz yıllarda buraya uğradığımızda ev eski haliyle duruyordu galiba, diye bir tahminde bulunarak indik aşağı. Eskiden bir ara Akcan apartmanıydı sanki, şimdilerde Saniye Hanım Apt. olarak revize edilmiş. Hep aynı yavaş adımlarla, iki elimiz arka taraftan belimize doğru birbirine kavuşmuş, sağ taraf yanından arka bahçeye doğru yürüdük.
Tıpkı pek çoğumuzun çocukluk evi gibi, arka tarafı yenidünya, portakal ağaçlarıyla dolu, eskiden daha çokmuş, bir kısmı kesilmiş, hele bir tanesi vardı, tam bizim odanın penceresine uzanırdı, elimi uzatır yenidünya koparırdım, diyor Ali.
Parmak ucuyla işaret edip bahçenin diğer ucundan başı görünen heybetli ağacı gösterdi, bak, dedi, şu gördüğün ağaç var ya, onun üzerine, tam değil ama bir ağaç eve benzer ahşaptan bir düzenek yapmıştık ve üzerine çıkıp otururduk, diye anlatırken gözlerimiz birbirine değdi, bıraksam iki damla yaş geliverecekti, belki Ali’nin de, geri gönderdik onları, hiçbir şey kalmadı çocukluğumuzdan, o yıllardan.
Bahçenin arka tarafına yapılan, diğer apartmanla sınır olan duvar yokmuş eskiden, orası İbrahimlerin eviydi işte, dedi, aynı bahçenin içine bakan ayrı evler vardı o yıllarda, şu yan tarafımız boş arsaydı, şu beş katlı apartman da yeni yapılıyordu, gözümüze saray gibi görünürdü, bizim üstümüzde Tennurlar otururdu, en üstte de ev ve arsa sahipleri Abdullah amcalar, Saniyeleri andık bu arada, kulaklarını çınlattık, onlardan da vardır belki şu anda oturan, anlattıkça anlatıyor, bu arada da yürüyor Ali, ben de peşi sıra, bu defa apartmanın sol tarafına doğru yöneliyoruz, burası biraz daha dardı, arkadaki eve buradan geçilirdi, şu ön tarafta da voleybol oynardık, bitişikteki şu çok katlı bina, o eskiden de var mıydı ya da sonradan mı yapıldı emin değilim, ama Güneş apartmanıydı, Ahmetler burada otururdu, ilerliyoruz, onun yanı Pedüklerin evi, Osman vardı, çocukluk arkadaşım, hemen yanında üç katlı bir ev aynısı gibi duruyor, altı kafe yapılmış, onun bitişiği ise yine üç katlı Mualla hanım teyzelerin oturduğu ev, altında şimdi Fotoğrafya var, Adana’ya ilk geldiklerinde tanışmışlar kayınpederim ve Kemal bey amca, o da ordudan emekli, Cemal Gürsel caddesinde bir küçük kırtasiye dükkanı açmışlar, sonra ailece tanışmışlar, sonrası ise yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş her iki ailenin, öyle ki bizim yüzükleri Kemal bey amca takmıştı, hepsi de rahmetli oldular, nur içinde yatsınlar, sokağın köşesinde ise yıldız apartmanı diye anılan o güzelim ev, olduğu gibi duruyor, oradan gerisin geriye dönerken bu defa tam karşısında, iki katlı, yine o yıllardan kalan bir evi gösteriyor, bunun alt katında ilkokuldan bir arkadaşım otururdu, düşüp kolunu kırmıştı bir ara, saçını hep çok kısa kestirirdi babası, hoş o zamanlar azıcık uzayınca saçlarımız, hemen kısacık kestirirdi babalarımız, biraz daha ilerleyip arabaya doğru dönerken de şurada da ya Türk-Amerikan derneğinin olduğu yerde ya da onun yanında mıydı acaba, Koçak ağanın köşkü bulunurdu, alt tarafındaki kocaman iki sütunu hatırlıyorum.
Bir kocaman dünyaydı bizlerin çocukluğu, portakal, yenidünya ağaçlarının bulunduğu bahçeli evlerde geçen, iki sokak ötesi, üç sokak berisi mahallelerde koşturulan, tüm sevdiklerimizin birlikte olduğu, kapısını çaldığımızda kendi evimizmiş gibi girdiğimiz, bütün komşularımızın amca teyze sayıldığı, ana babalarımızın güvenle arkamızdan el salladığı bir dünya.
Ve Reşatbey de bu dünyaya açılan kapıların ardındaki en güzel masalların yaşandığı, yıllar boyunca anlatıldığı, gökten düşen üç elmanın her birinin de çocukluğunu, gençliğini, değerli zamanları özleyenlerin başına konduğu bir mahalleydi.
Tüm güzel anılar sizin de ruhunuza konsun ve darısı sizlerin de başına olsun. Zeynep Kural….
Fotoğraf kaynağı Akan Milli