Bir şehrin kollektif hafızasında yer edinmek…
Öyle parayla pulla, malla mülkle değil, omuzlara takılan apoletlerle değil,
ne de makam odasıyla,
ne de ağzından çıkan her şeyi kabul ettirecek donanımlı bir eğitimle …
hatta o sesini duyururken susarak, dinleyerek de değil,
bir düğünde, bir sünnette, bir özel anma gününde; Beyazsaray Düğün Salonu’nda, Belediye Binası’nda, bir şehrin kollektif hafızasında yer edinmek…
Hep pırıl pırıl, özenle ütülenmiş takım elbisesi. Sakalları… Gülümseyen yüzü… İncecik bedeni… Yetişkin çocuk, genç, tıfıl, ayırt etmeden her merhabaya saygıyla sağ elini kalbine koyup nezaketli iki sözcük etme isteği…
Her şehrin sırları vardır. Herkesin bildiği ama tılsımlı bir biçimde oda, salon, kahve, lokal ve hatta tavla seanslarda konuşulan ama yine de bir tür sır olarak süregelmiş sırları… Bilmem kim ne etmiş, yaaaa, işte! nidalarıyla anlatılıverir. Bu konuşmalarda konu olmamak…
Bir şehrin insanına şiir okumak. Sadece şiir okumak… Şiirle bir şehrin hafızasında yer edinmek…
1960’larda çocuk, 1970’lerde gençseniz onu tanırsınız.
Adı bile özel, adı bile güzel; Ercan Kont.
Yarın ben defin töreninde olamayacağım. Soracak imam, nasıl bilirdiniz?
İyi bilirdik.