Fatoş Güney’in anıları: Trajik hayatlara görkemli bir bakış – Atilla Dorsay

Daha 13 yaşındayken Hürriyet gazetesinde gördüğü bir haber: Yılmaz Güney adlı bir aktör tartışma sonucu müzisyen Alper ve ağabeyi İlhan’ı haşat etti. Alper onun sık sık gittiği Moda Deniz Kulübü’nde çalan Şerif Yüzbaşıoğlu orkestrasının bateristi değil mi? Ve Fatoş sormadan edemez: “Kim bu Yılmaz Güney denen serseri?”

Aslında beklenen bir kitaptı. Türkiye’nin gelmiş – geçmiş en ünlü sinema ikonlarından, ülkesinde bir efsane olduğu gibi dünya çapında da bilinen, tanınan bir sanatçı olan ve aynı zamanda tüm bunlarla orantılı, görkemli, trajik ve örnek bir aşk yaşamış bir isim. Ve o çoktan aramızdan ayrıldığı halde hâlâ dimdik ayakta olan eşi. Onun anılarını yazması ve bu her açıdan özgün ilişkiyi kendi cephesinden anlatması gerekmez miydi?

İşte bu sonunda gerçekleşti. Ve Yılmaz Güney’in dul eşi Fatoş Güney o beklenen kitabını çıkardı: Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun.

Hemen söyleyeyim: Bir solukta okudum. Ve etkilendim; zaman zaman gözümden yaş gelircesine… Herkes benim kadar etkilenmeyebilir, ne de olsa ben de onun hayatına karışmış, onu birçok kez anılarla ve birkaç kitapla anmış biriyim.

Mavi Kuş sonunda yazmış

Ama işlek bir dille, bir duygu yüküyle ve Güney’in hayat arkadaşından bekleneceği gibi yoğun bir siyasal angajmanla, hâlâ ayakta bir “devrimci ruh”la bezenmiş bu kitabın çok kişiyi kendine çekeceğine inanıyorum. Üstelik ölümünden tam 36 yıl geçmiş bir sanatçı için, bu anılar artık daha çok gecikmemeliydi.

Fatoş – Bir portre

Bir küçük giriş, Fatoş’un bu notlara daha 1989 yılında Paris’te başladığını düşündürür gibi oluyor. Daha orada Yılmaz’ın kalbini çaldığı bu kendisinden küçük ve başka bir toplumsal sınıftan gelen genç kıza sürekli yaptığı bir telkin ortaya çıkıyor: “Senden bir şey isteyeceğim mavi kuş. Yazmalısın, mutlaka yazmalısın. Beni, kendini, yaşadıklarımızı, direncimizi, zor günleri anlatmalısın.”

Evet, işte mavi kuşu sonunda onu dinlemiş ve bu benzersiz anılar ortaya çıkmış… Hoşgeldin Fatoş…

Fatoş Güney Paris’te, 1988

Niye ona Çirkin Kıral demişler?

Önce ve elbette çocukluk ve gençlik yıllarını, ailesinin dökümünü anlatmış. Köklü bir aileden gelen Birsen hanımla, Makedonyalı ve Arnavut kökenli babası Gani beyin evliliği mutlu bir evlilik. Nüfusa Jale Fatma Süleymangil olarak kaydolup İstanbul’un her daim gözde semti Moda’da geçen ilk çocukluk yılları; İtalyan Kız Ortaokulu’nda başlayan iyi bir eğitim… Daha 13 yaşındayken Hürriyet gazetesinde gördüğü bir haber: Yılmaz Güney adlı bir aktör tartışma sonucu müzisyen Alper ve ağabeyi İlhan’ı haşat etti. Alper onun sık sık gittiği Moda Deniz Kulübü’nde çalan Şerif Yüzbaşıoğlu orkestrasının bateristi değil mi? Ve Fatoş sormadan edemez: “Kim bu Yılmaz Güney denen serseri?”

Ve ilgi duyulan ilk yeni yetmeler; o eşsiz gençlik aşkları… Ali, Alper, Hasan, Coşkun… Ama kader ağlarını örecek ve okul arkadaşı, Yeşilçam’dan bir yönetmen yardımcısıyla evlenen Nadia’nın ısrarıyla bir Güney filminin setine gidecektir. Orada Fatoş (ki artık 17 yaşındadır) şöyle düşünecektir: “Böyle anlamlı, kederli gözleri olan, böyle güzel bakan birine niçin Çirkin Kıral demişler?”

Yazının devamını okumak için tıklayın