Ferhan Şensoy’un bir tek kişi olmadığını nasıl anlatmalı? Onun aslında Kel Hasan, Naşit, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Nejat Uygur, Erol Günaydın ve Gazanfer Özcan olduğunu nasıl anlatmalı?
Beyoğlu denilince aklınıza ne gelir? Benim aklıma; meydandaki Atatürk heykeli, tramvaylar, tiyatrolar, sinemalar, konser mekânları, Çiçek Pasajı, Madam Anahit, gürül gürül İstiklâl Caddesi, Gezi Parkı ve elbette Ferhan Şensoy gelir. Bir kentin, bir toplumun belleğine kazınmak kolay bir iş midir?
Ferhan Şensoy’un bir tek kişi olmadığını nasıl anlatmalı? Onun aslında aynı zamanda; Kel Hasan, Naşit, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Nejat Uygur, Erol Günaydın, Gazanfer Özcan ve de Türkiye olduğunu nasıl anlatmalı? Kişi, kendi dışında kimdir? Sevdikleridir. Sabah akşam düşünüp yaşadıkları ve izinden gittikleridir.
Ferhan Şensoy, Haldun Taner’in en sadık öğrencisiydi. Aklımda hep, hayranlıkla ve şaşkınlıkla onun peşinden koşan bir çocuk gibi duruyor…
Güldürürken düşündürüyor muydu? Düşündürürken güldürüyor muydu? Doğrusu, onun güldürüsü bir büyük düşünceydi. Yalnızca aklı çalışan, yüreği sahiden çalışan insanlar ona gülebilirlerdi. Ferhan Şensoy, kendi seyircisini yetiştirdi, eğitti ve hatta kimilerini Ferhan Şensoy okulundan mezun etti. Ne mutlu onlara… Bir sanatçının, söyleyecek sözünün olması nasıl da önemli, nasıl da hayati bir değer. Bakın işte bu da bir mirastır. Absürt ve tamamen anlamsız gibi gelen bazı replikleri bile aslında çok güçlü, muhalif eleştiriler barındırıyordu. Tüm oyunlarında, yaşadığı çağ ve toplum üzerine söyleyecek bir sözü mutlaka vardı. Yanlışa hayır demekten korkmayan, sözünü sakınmadan söyleyen kişi, bir sanatçı olmanın yanında aynı zamanda bir aydındır değil mi? Şu anda Ferhan Şensoy’a değil, ardında bıraktığı o büyük aydınlığa bakıyoruz. Bu aydınlık sürsün, Ses Tiyatrosu var olsun, o salonda o replikler asırlarca yankılansın, ustalarımızın mirası yaşasın istiyoruz.
Ferhan Şensoy, tiyatromuzun, özgünlüğü ile kendine eşsiz bir yer inşa etmiş nadide isimlerindendi. Onun bence en büyük özelliği, gençlerin yüreklerine ektiği sevgi ve saygıydı. Her replikte, her oyunda kendini yenilemesiydi. Ne kadar çok üniversiteli var ona sahici bir hayranlık duyan, izinden gitmeyi arzulayan. İşte diyorsunuz, sanatçının yaşı yok. Hâlâ liseli bir çocuk heyecanıyla duyuyor ve duyuruyor sanatını. Genç kuşaklarla birlikte omuz omuza yürüyor. Hasta yatağında bile kim bilir ne projeler düşünüyordu. Neler neler üretmeyi arzuluyordu…
İnsan olmanın en tuhaf yanı bu olmalı: eti, yüreğinden çok çok önce yaşlanıyor. Ferhan Şensoy, Azrail hazretlerini ikna edebilseydi, sahneye çıkıp oynamaya, yeni oyunlar yazmaya devam ederdi. Şu pandemi araya girmeseydi, “Şahları Da Vururlar” oyunuyla kendisini yeniden sahnede görecektik. Olmadı. Önce Levent Ünsal gitti, sonra Rasim Öztekin, şimdi de Ferhan Şensoy…
Yazının devamını okumak için tıklayın