Filmi izlemedim ama romanını okudum! Salih Bolat

[email protected]

Edebiyatın sinemaya uyarlanmasına şiddetle karşı çıkılması ya da olumsuz bakılması, nihai olarak her türlü estetik etkinlik insan için yapıldığına göre, gereksizdir diye düşünüyorum. Zaten bir roman filme aktarıldığında, artık başka bir dil olmuştur. Bu da bir olanaktır. İyi bir roman, başarısız bir yönetmenin elinde kötü bir film olabileceği gibi, kötü bir roman da başarılı bir yönetmenin elinde iyi bir film olabilir.

Sinemanın en önemli kaynaklarından biri edebiyattır. Romanlar, öyküler, oyunlar, masallar, yani kurmaca edebiyat yapıtları, sinemacıların bir film yapma düşüncesini kışkırtan en önemli kaynaklardandır. Hatta şiirler bile. Ama herhangi bir edebiyat yapıtı film olduğu zaman, artık bambaşka bir anlatım biçimi olur. Genellikle filmi çekilen bir romanın, o romanla bir ilgisi kalmaz. Bu nedenle, “filmini izledim ama romanını okumadım” ya da “romanını okudum ama filmini izlemedim” diyen birinin, iki etkinliği tamamlaması gerekmez. Yani filmle roman birbirinin uzantısı değildir. Elbette bir romanı okuduktan sonra onun filmini de görmek bize bir şey kaybettirmez, kazandırır. Bunun tersi de… Böyleyken, sinemanın (filmin) edebiyat ile, özellikle roman ile ilişkisi son derece sıkı olmasına karşın hep tartışılır. Bu tartışmanın boyutu genellikle roman cephesinden bir yakınmayla başlar. Şöyle ki; bir kurmaca olan romanın yazarlarının bir bölümü ve okurlarının bir bölümü, romanın (öykünün de olabilir) sinemaya aktarılmasına kesinlikle karşıdır. Bir romanın filme uyarlanmasını edebiyata bir saldırı olarak algılayan bu gruba göre sinema edebiyatın estetik değerinin yozlaşmasına, biçim olarak da “deforme” olmasına neden olmaktadır. Romanda kişilerin, olayların, zamanın ve mekânın düzenlenmesiyle oluşan kurmaca evreni düzenleyen çatı bozulduğu için, karakterlerin bakış açıları, ideolojileri saptırılabilir. Ayrıca sinema “hareket” ten oluşan görsel bir dil olduğu için, romandaki gibi derin, ayrıntılı psikolojik analizler yapmak, derinliği olan betimlemeler yapmak mümkün değildir. Bu gruba giren yazarlardan, örneğin Gabriel Garcia Marquez, romanlarının film yapılmasına asla izin vermemiştir. Ama sinema çevrelerinin yoğun talepleri karşısında, sadece sinemaya yönelik metinler üreten, bir senaryo topluluğu kurmuştur.

Elbette sinema ile edebiyat farklı iki dildir. Sinemada gösteren ile gösterilen çakışır, yani simgeler ile onların temsil ettiği anlamlar aynı “şey”lerdir. Oysa edebiyat, örneğin roman, gösteren ile gösterilenin, yani simgelerle anlamların birbirlerinden farklı ve uzak olduğu bir dildir. Çünkü edebiyat, dil dediğimiz işaretler sistemiyle gerçekleşen bir kurmaca iken sinema görsel dünyanın doğrudan görüntüleriyle ve hareketleriyle gerçekleşen bir kurmacadır. Buna karşın örneğin Tarkovski şiirsel sinema tartışmalarıyla ilgili olarak, “şiirsel sinema diye bir şey yoktur, sinema zaten şiirdir” diyecektir. Tarkovski’ye bunu söyleten bilinç, babasının Rus şiirinin önemli şairlerinden Arseniy Tarkovski olmasıdır. Tarkovski bu baba sayesinde, şiir ile sinemada gösteren ile gösterilenin aynı şey olduğunu erken yaşta fark edecektir. Ona göre perdede bir ağaç görüntüsü varsa, bu ağacın kendisidir. Tıpkı şiirsel metinde kullanılan “ağaç” sözcüğünün, ağacın kendisi, yani imgesel (görsel) karşılığı olması gibi. Oysa roman, öykü gibi düzyazısal edebiyat sanatlarında sözcükler, kendi dışlarında anlamlar oluşturmak adına başka sözcüklerle kurulmuş bağlamlar içinde yer alırlar. Öyleyse kurmaca olmayan şiiri bir edebiyat sanatı saymamak gerekiyor. Şiir, edebiyat dışı bir fenomendir diyebiliriz.

yazının devamı linkte

https://www.gazeteduvar.com.tr/filmi-izlemedim-ama-romanini-okudum-haber-1511070