Kentlerin merkezlerindeki her türlü devinimi ortadan kaldıran bir sistem. İnsan dolaşımına yönelik olan, aydınlatılmış, yayalara açılmış sokağın merkezileştirilmiş baskısı, bu açıkça yayanın devre dışı bırakılmasıdır. Bu yapay bir sükunettir. Yeniden inşa ettiğini söyledikleri şehirler aslında tümüyle boyunduruk altına alınmış kentlerdir. Zamana ilişkin vizyonu silip atmak hedefleri. Sınırsızca işgal edilen açık alanlar, devlet kapitalizmlerinin açık kentlere ait olan programları özel sektör ellerine bırakılmıştır. Onlarda bu sınırsızca açık alanı işgal etmişlerdir. Bu dünyada da bizde de böyledir. Geçtiğimiz 21 yılda gösterişli bir biçimde yaşananlar da böyledir ne yazık ki!
Eğer devam ederse daha da vahim hal alacaktır. Kaçınılamaz. Geleceğin yokluğu, geçmişin boşaltılmasına neden olmuş halde. Doğum ya da ölümün bambaşka boyutlar kazandığı tarihsel bir dönüm noktasında yer alıyoruz.
Pascal’ın dediği gibi herkes aşırılığa doğru yönelirken, ancak duran bir kişi buna dikkat çekebilir. Zamanın değerli olduğunu düşünenlerin bu küçük uyarılarının bile kökü kazınıyor. Keşke birazcık düşünebilsek. Bugünkü şartlarda emeği, emeğin almış olduğu özgün biçimi, birazcık düşünebilsek keşke!
Emek nedir?
Emek, mal veya hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıdır. Üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel katkılarıdır. Bu topraklar ve kentlerde bugün insanlar artık katılaşmış durumdalar. Buna sebep de eşit olmayan bir dünya! Maddi dünya ve bedenler hala varlıklarını sürdürüyorlar tabii ve bugün mekânın denetimi de bunlar üzerinden işliyor. Bir tarafta güvenli bölgeler, diğer tarafta kentin terkedilmiş alanları.
Sınıf savaşlarıda bu mekanlarda gerçekleşiyor.İdeolojik çözümleme yetersiz kalıyor. İstediğin kadar baş kaldır bunun hiç önemi yok çünkü. Yalnızca bu sistemin daha da güçlenmesini, özellikle yağmacılığın artmasını sağlamaktan öteye gitmiyor.
Artık herkese gerçekte ne olduğunu göstermeliyiz amayaşadığımız dönüşüm, bence gitgide daha toplumsal ve daha sosyo- manyak bir hal alıyor. Toplum tiryakileri, varoluş hakkında ki her tür sorgulamanın üzerini betonla kaplıyorlar. Dil yok. Kuşatıcı güçler her yerdeler. Yeni bir dünya yaratma düşüncesi onlar için sadece eskisinin yıkılmasına dayanıyor, yirmi yıl boyunca buna inandılar. Bu düzene karşı çıkanları da dışarıda bıraktılar ve bırakılıyorlar. Her şeyin kökünden kazınması tek düşünceleri. Dünyayı başka bir dünya ile değiştirmek, yeniden inşa etme özlemi içindeler. Tamamen başka bir dünya ile. Sanki gezeğeni tümüyle değiştiren şehircilik anlayışlarıyla bir tür absürdlük içinde bir arada yer aldığı melez durumları ortaya çıkarttılar. Sonunda yirmi yıl içinde yapılanlar bir ameliyat masasında gibi. Kestiler, parçaladılar kendi öznelliği içinde. Romalı şair-filozof Lukretius (Titus Lucretius Carus)ın dediği gibi ‘ölü üzerine ölü koyarak’. Küresel çağ, mutlak öznelliktir, yani anlamın yokluğu ve anlamsızlıktan başka bir şey değildir.
… cimrice çoğaltıyorlar mülklerini ve zenginliklerini yurttaş kanıyla, dağlar oluşturuyorlar ölü üzerine ölü yığarak, insafsızca seviniyorlar kardeşin üzücü mezarının başında…
-TitusLucretiusCarus
Duyu-üstü değerlerin değersizleşmesi, sonrasında da duyarlılığın değersizleştirilmesi, bizi saçmalığa ve anlamsızlığa mahkûm etti. Bu durumda bizlerin bu anlamsızlıklar üzerine düşünmemiz mümkün olabilir mi? Tabii ki hayır. Bu anlam yoklukları ve duyarlılık yoklukları içinde bizler erimeye mahkûm edildik. Konuşsak da sanki bir metal alete, konuşuyor gibi hisseder olduk.
O halde ne yapmalıyız?
Görünür olmayı sağlamalıyız.
Nasıl?
Bu ölü ruhların kendilerini yeniden eğiterek ve uyuşukluklarının, günahlarının bedelini ödeyerek.
Bu mümkün olabilir mi?Olabilir tabii ki!
Bu ölü ruhların günahlarının en temelinde tembellik, gurur, kıskançlık ve en tehlikesi de hasetlik vardır. Öncelikle bunlardan kurtulmak ve bireyin özgür olması gerekir.
Özgür olmak için asıl soru ve sorun şu bence: İnsanlar kendi özgürlüğünü gerçekten istiyorlar mı?
Lukretius, MÖ 50’li yıllarda ‘İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini ve hayat meşalesini birbirine devreder koşucular gibi’ derken, biraz düşünelim ve yaşadığımız bu ‘an’ da 21.yüzyılda kendimize soralım. Bizler ne yaşıyoruz?
Nasıl yaşıyoruz?
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Adana- 15 Mayıs 2023