Eflatun, namı diğer Platon usta, hayatın üç büyük kuralını,
‘Doğruluk’, ‘güzellik’ ve ‘iyilik’ olarak verir.
Kant ise, bunlardan güzellik ile iyilik arasındaki kavram farkını,
Her ikisine karşı duyulan hoşlanma biçimiyle açıklar.
‘’Güzele karşı duyulan hoşlanma, görmeye ve seyretmeye dayanırken,
İyiye karşı duyulan hoşlanma, anlamaya ve kavramaya dayanır’’ der.
Öyle ki, sonuçta güzelliği görüp seyredebilmek için onun var olması,
İyiliğin anlaşılıp kavranabilmesi için onun yaratılması gerekir.
Kendime nasıl bir iyilik ve de güzellik yaptığımı farkettiğim bir günde,
Canterbury şehrinin dar sokaklarında dolaşırken farkediyorum;
Şekil, boyut, doku ve renklerin bir armoni içinde olmasıyla başlayan,
Mendelson’un ifadesiyle ‘’ esası değişkenlik içindeki birliktelikte’’ olan,
Mutlak güzellik ideasındaki insan rolünü.
Canterbury İngiltere’nin en eski ve mistik şehirlerinden biri olmasına rağmen,
Şehrin, hissedilebilen şekillerinin hoşlanılmasında yatan fiziksel güzelliğinin,
Moral ve entelektüel güzelliğe devşirilmesine zemin hazırlayan,
‘’Değişkenlik içindeki birlikteliği’’ hiç bozmadan, güzelliğini zamana yaymış.
Oysa insan evladının en zor misyonlarından biridir güzelliği zamana yaymak.
Basit ama muhteşem berrak bir derenin içini kaplamış bitkilere yansıyan,
Tarihin içinden geçmiş eski bir canterbury yapısına hayranlıkla bakarken,
Doğru ve iyinin güzelliğe olan katkısını daha iyi anlıyorum.
Hepimiz için belli bir ortak karakteristikler kümesinde toplansa da,
Dünya yüzündeki herhangi bir referanstan daha güçlü bir tavsiye olan,
Ve mutlak bir matematiksel orantının elinden çıkan güzelliği,
Onca değişkenlik içinde zamana yaymak için,
Bugün yaptığımız gibi, illüzyonlara, manüplasyonlara, paradokslara değil,
Doğruluk ve iyilik arasındaki asıl yerine oturtmak gerek diyorum.
●●●●○○○○●●●●
Güzel bir yer, güzel bir yapı, güzel bir insan ya da kavram olarak güzellik.
İyilik dolu bir yaşam, iyi bir toplum ya da kavram olarak iyilik.
Güzelliklerle dolu bir şehirde, güzelliğin iyilik ve doğrulukla buluşmasında,
İçimizde oluşturduğu hoşlanma ve sevme hisleriyle dolandığımız bir günde,
Bize kendisini sorgulatıyor.
Acaba diyorum, bu güzellik denen şey, görüntüsünden bağımsız,
Salt sinir yolaklarımın renk, doku, şekil, boyut uyum ve estetiğinden kaptığı,
Ve bu uyaranlar karşısında nöroulaklarımca yaratılan bir kimyasal tepkime mi?
Yoksa mezolimbik sistemimin, dışımdaki varyasyon ve deviasyonları yakalayarak,
Bana oynadığı nöroza benzer bir tablo mu, bu güzellik olarak gördüğüm.
Ama şu bir gerçek ki data, veri ne olursa olsun dostlar, algı mekanizmasına,
Yani işlemcinin kullanması gereken duyu organlarındaki yazılıma,
Hülasa kelam anlayış ve kavrayışı sağlayan iyilik ve doğruluğa çıkıyor yol.
Demem o ki, bir binayı taşıyan mimari dengenin oluşturduğu görünüşten,
Doğanın herhangi bir sabit yada hareketli güzelliğine,
Oradan da insanın güzelliğine kadar bizde bu hissi uyandıran her görüntü,
Geliyor, bizim için doğruluk ve iyilik olarak anladığımızın arasına oturuyor.
Tarihi ruhundan ve entelektüel kaynağından hiç kopmadan günümüze gelmiş,
Canterbury kütüphanesinin önünde bir kez daha Eflatuna hak veriyorum.
Eğer üç kelime kalacaksa bu hayattan,
‘’İyilik, doğruluk ve güzellik’’ olsun diyorum.
●●●●○○○○●●●●
Güzelliği, dıştan görüneni aldın, fizikten kimyaya çevirdin,
Döndün , sinirden geçirip algıdan tuttun tarif ettin de Emreciğim,
İç güzelliğinin hiç mi önem yok, onu da deyiver hele dersiniz şimdi.
Dostlarıma, kıymeti kendinden menkul güzel dostlarıma deyivereyim.
Elbette dıştan gördüğümüz herşeyin içerde daha kapsamlısı, fiyakalısı,
Görmesini anlamasını, kavramasını bilene daha güzeli var.
Var emme, dıştan kolayca farkettiğimiz o renk, doku, boyutlu şekil,
İçe girdi mi, gören göz, işiten kulak kadar, hisseden ruh anlayan akıl kadar,
Güzelliği içinde taşıyana da iş düşüyor.
Ben Canterbury’de şehirle içiçe doğal bir dere kenarındaki taşa oturup,
Dereye şavkı düşmüş bulutlarda kaybolmuşken görüyorum onu.
Bir havzanın, bir mekanın, bir ölümlünün, yada bunları tümden içeren bütünün,
Dışarıdan hoş, yüreğe huzur ve beğeni veren hissi oluşturması,
İşte asıl içteki aklın doğruluğundan, ruhun iyiliğinden kaynak alıyor.
Ve o uçsuz bucaksız doğruluk ve geniş zamanlı iyiliğin arasında,
Tüm ömüre yayılmış bir güzelliğin bıraktığı ise tabii ki bambaşka oluyor.
Bakın sevgili dostlarım bizim sabaha kadar yazsak zikredemeyeceğimizi,
Bu zamana yayılmış iç ve dış güzelliğini nasıl anlatıvermiş Hayyam:
‘’ Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin,
Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün,
Kendi kendinle sevişmek bu seninkisi,
Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin.“