20. Kattaki hücrenizden çıkıyorsunuz, asansör sizi yıldırım hızıyla aşağı indiriyor.
Şifreli devasa cam kapıdan çıkıyorsunuz.
Ne sizin “merhaba” ne de başkasının “size “günaydın” diyeceği biriyle karşılaşıyorsunuz.
Kapının önünde başınızı geriye atıp yaşadığınız kuleye bakıyorsunuz.
Ve her defasında olduğu gibi kendinize şu soruyu soruyorsunuz:
” Bu hapisane de sadece ben mi yaşıyorum?”
Sokağa girince sıcacık günaydınlar, sevgi dolu merhabalar karşılardı sizi.
Bakkalın önünden geçerdiniz.
Merhaba Hüseyin Amca
Manavın önünden geçerdiniz.
Kamil abi, saygılar.
Kasabın önünden geçerdiniz.
Celal abi, hayırlı işler
Hal hatır sorarak…
Sevgiler, saygılar sunarak…
Selamlar söyleyerek…
Çocuklar haber götürürdü komşuya:
“Bir maniniz yoksa annemgil size gelecek”
Hiç de manileri olmazdı”
Hasta komşuya bir tas çorba, sıkıntıda olana gizlice yardım giderdi.
Bir kase aşure giderdi komşuya.
Aynı kase ertesi gün börek çorbasıyla geri dönerdi.
Bir tutam kahve istenirdi.
Bir fincan zeytinyağı.
Yanında kocaman yürek giderdi.
Dostluk giderdi.
İnsan olmak giderdi.
Öylesine kolay giderdi ki…
Akşam eve dönüyorsunuz.
Şifreyi yazıp kapıyı açıyorsunuz.
20. Kattaki hücrenize yıldırım hızıyla çıkıyorsunuz..
Eve girip kapıyı kapatıyorsunuz.
Girişteki aynaya bakıp soruyorsunuz.
“Bu hapisane de yalnız ben mi yaşıyorum?”
Aydın Sihay
Adana / Kayalıbağ Mah. / Herhangi bir gün.”