Sizin asıl isminiz Hüseyin Hameş, ama yazdıklarına imzanızı Hüseyin Ferhad olarak atıyorsunuz. Hüseyin Hameş öğretmenlik, radyo programcılığı yaptı, ticaretle uğraştı ve Hüseyin Ferhad da bu arada şiir yazdı; öyle mi?
Her şairin asaleti kendinden başlar. İdeolojisi, ulusal/etnik hüviyeti, estetik/etik duruşu, tarihsel ve yazınsal kaynakları, memnu portresi, cinsel kimliği, cinsler ve türler arasındaki direkt/görece ilişkilere bakışı, yer aldığı sınıf, sınıflar arası çatışmada tuttuğu saf, taraf; şiirleriyle vücut bulur, kendini deşifre eder. Yazılan her şiir, her satır şairin alın yazısından bir ‘hat’ gibidir: bir ayet, bir hadis. Red veya inkârı mümkünsüzdür. Çünkü yazılmıştır. Çünkü altında onun imzası, o imzanın mürekkebinde de aksi vardır. Hüseyin Hameş gölge etmesin istedim Hüseyin Ferhad’a. Kim bilir belki de ben ikisi de değilimdir.
Bu arada ‘80 öncesi politik kimliği öne çıkan şairlerdensiniz…
TKP kökenliyim, evet. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciydim. İdeolojik tercihlerin aşkla, “iman”la sınandığı yıllardı.12 Eylül’e kadar Ankara’da dövüşmediğim sokak kalmamıştır. Ankara, mon amour! Öğrenci ayaklanması diye tabir edilebilecek o yılları bizzat yaşadım. Hem de Hameş ve Ferhad’la birlikte.
Polisle başınız derde girdi mi hiç?
Sayısız kere. Kafamda o yılların hatırası bir muşta izi bile vardır. Pişman değilim ama. O dönemi Türkiye’nin yaşaması gerekiyordu belki de. İçimde ne kimseye kırgınlık var, ne ufacık bir küskünlük. Aksine minnet ve tecessüsle anıyorum o yılları. O karmaşa içinde farklı ‘klik’ten çok güzel dostluklarımız, arkadaşlıklarımız oldu: Ahmet Erhan, Yaşar Miraç, Semih Gümüş, Hasan Ali Toptaş, Salih Bolat, Behçet Aysan, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş…
Söyleşi: Mine Söğüt
Kitap-lık, Şubat 2004