Iskalanan Zenginliğimize Bir Ağıt – Emre Toğrul

Emre Toğrul

Kuzey İtalya Avusturya sınırında, Dolomitlerde,

Permian-Triassic dönem denen büyük yokoluşta,

Yani bundan 250 milyon yıl önceki bir zamanda,

Oluştuğu varsayılan kayalık dağların arasındayım.

Unesconun dünya mirası ilan ettiği dağlar bunlar.

Parlak güneşle renklenen, kahverengi, buz gibi,

Jeolojik olarak mercan resiflerini andıran kayalar,

Ve eteklerini örtmüş karaçam ve köknar ormanları.

Aradaki bölgeye yerleşmiş yüzlerce kayak pisti.

Kulaklığımdaki ses Albinoni’den Adagio G Minör,

Çukurova tabiriyle, salmışım gendimi eniş aşağı.

Doğa ve fizik kanunlarıyla ilginç bir mücadele kayak.

Otokontrol, denge, korunma, mücadele, hız, özgürlük.

Kas- iskelet, beyin- omurilik, tüm duyular teyakkuzda.

Zihin, beden ve ruh olmadığı kadar birliktelikte.

Öyle yüksek bir kaçış ki günlük yaşam kaygılarından,

Pistin sonunu gördüğün anda yeniden zirve isteği,

Yerçekimini hiçe sayan meydan okuma sarıyor insanı.

İnsanoğlunun bu özelliğini keşfeden akılların,

Tanrının hediyesi bu doğada kurduğu modern düzen,

Milyonlarca insanı da buraya çekiyor her yıl.

Kayak, kar yürüyüşü, tırmanma, dağ yürüyüşü,

Bisiklet, kano, fotoğrafçılık, sanat, yamaç paraşütü

Akla gelebilecek her tür insan sınırı dışı hobi.

Dört mevsimin herbirini değerlendiren bir fizibilite,

Atıl kalmayan, beklemeyen, ölmeyen, dinamik,

Kısacası sineğin yağının yağını çıkaran bir ekonomi.

????

Üçbin metrede 18 tepe arasındaki bu bölgede,

Dünyadaki en eski kalker tabakalı kayalar arasında

1200 km kayak pisti, yürüyüş ve bisiklet alanı,

Tamamen turizme yönelik şık ve sevimli kasabalar var.

Bir hafta boyunca her adım attığım yerde 
düşünüyorum,

Çukurova ve Güneydoğu Anadoluda, onlarca yerde,

Aynı türden bir organizasyon pekala mümkün olabilir.

Doğa sporlarını, değişik mevsimlerle bağdaştırarak,

Mevsimlerin yani zamanın ve iklimin aktiviteyi davetiyle

Şartların çekiciliğini kullanıp, organizasyonu rantabl olarak,

Tüm yıla yayarak neler yapılmazı düşünüyorum.

Sadece yazın üç ay gittiğimiz yayla evleri, yazlıklar,

İçinde yürümediğimiz, koşup, tırmanmadığımız,

Tepesindeki kardan bir kez bile kaymadığımız

Sadece baktığımız ormanlar, kayalar ve dağlar,

Yalnızca önünü kesip suyunu enerjiye pasladığımız,

Bir defa bile yüzmediğimiz, kanolamadığımız ırmaklar,

Krater gölleri, mağaralar, şelaleler, jeolojik hazineler,

Buradaki anlayışla turizme sunulsa,

Nasıl bir istihdam ve girdi sağları hayal ediyorum.

Üstelik kültürel, sanatsal ve iletişim bazında,

Sosyal ve insani anlamda kazançlar diğer bir artısı.

Sadece deniz ve güneşe endeksli, kıyılara yığılmış,

Gelen turistin, yol dahil evinden ucuza kaldığı,

Açık büfe ile havuz başı animatörü arasına sıkışık,

Kısır bir döngüden çıkmaya da vesile olmaz mı?

????

Küçük oğlum teleferikte zevkten dörtköşe soruyor,

‘Baba’ diyor, burası bizim yaylaya ne kadar benziyor’.

Çamlıyaylaya, belki Pozantıya, Çamardına, nicelerine

Sanki Bolkar’ların, Aladağın, Demirkazığın zirvelerine,

Seyhanın, Ceyhanın, Berdanın, Göksunun havzasına.

Sevgili Haluk Uygur ağabeyin kulaklarını çınlatıyorum.

Karış karış gezen, yürüyen,gözlemleyen, resimleyen,

Üstelik bu bölge hakkında onlarca kitap yazan üstad,

Eminim bana hak verir ve şöyle derdi diyorum:

“Doğadan uzaklaşmış, onunla dalaşan bir neslin,

Kaymayı, tırmanmayı, uçmayı, suyu kayayı tehlikeli bulan,

Şehirlere koşup, zihinde tıkış tıkışan bir neslin,

Doğadan daha çok salon ve meskün sahalara hapsolmuş,

Yürümeyi AVM’de, koşmayı parkta, yüzmeyi havuzda,

Belki kayağı bir bilgisayar oyununda öğrenen çocuklarının,

Elimizdeki hazineyi asla göremeyeceklerini biliyorum.”

Son bir defa inmek için zirveye çıkıyorum.

Dolomitler o denli yüksek ki, vadideki kasaba 
kararmış,

Ama akşam güneşi kayalarda ışıl ışıl, başucu lambaları gibi,

Albinoni’den Adagio’ kaçıncı kez dinliyorum kimbilir?

Şeker tozu gibi karların üstünden hızla kayarken…

Birgün evimden bir saat uzak, Toroslarda kayıldığını,

Dünyanın kayalarımıza, dere ve şelalelerimize aktığını,

Yaz, bahar, kış dopdolu bir outdoor aktivite düşlüyorum.

Hakikaten bacasız sanayi, doğa kaynaklı endüstri bu.

Pahalı, uzak, tehlikeli, vakit alıcı dediğinizi duyar gibiyim.

Neyin aslında daha pahalı, uzak ve tehlikeli olduğunu,

Hepimiz biliyoruz da, iş işten geçmiş dostlar…