İtalya’da 1 Mayıs konserinde ‘Hey 15’li’yi çalarken…

Underground Türk’ün çok cool çıkışı” tanımıyla otorite müzik dergisi Wire’ın ve uluslararası festivallerin dikkatini çeken Umut Adan, ‘Güvercin Şarkısı’ ve ‘Eflatun Kardeşler’in yer aldığı üçüncü 45’liğini plak formatında yayımlandı. Taze bir soluk getirdiği 70’lerin ‘saykodelik Anadolu pop’ tarzına olan ilgisini “O insanların unutulmasını gururum kabul etmiyor” diye özetleyen Umut Adan, “Müziğin getirdiği ego hayatı yaşanılmaz kılabilir. Ben de hayatta düşmem o tuzağa” diyor.

Daha önce Jack White gibi bir sanatçıdan önce sahne aldınız. Volkswagen Arena’daki o ana dönersek nasıl bir deneyimdi bu?
O an tabii ki çok özeldi deyip geçiştiremeyeceğim. Bizim için önemli olmasının dışında, JW ekibinin bize karşı gösterdiği sevinç dolu ilgi beni şaşırttı. Ekip kulise gelip bizlerle vakit geçirdi. Müzisyenlerle zaten koridorda laflayarak geçirdik geceyi. Son olarak da Jack geldi ‘yanımıza’ tebrik, teşekkür etmeye. Biraz muhabbetten sonra sordum, “Performansımızı beğendin mi?”. Aldığım cevap şu oldu “Ben backstage’den dinleyebildim, beğendim. Ama zaten biliyordum Umut”. Şaşkınlığımı anlatamam. Bunun sebebini hemen anladım. Profesyonel ahlak. İşte beni o özel gecede en çok etkileyen şey bu oldu. Daru Jones ve diğer arkadaşlar sanki birer dünya (hani yıldızını geçtim) üstadı değillermiş de sanki orada rastladığın arkadaşlarınmış gibi davranma huzur ve ruhuna sahip insanlardı. Bunun da sebebi şu: Onlar yaptığının ‘hizmetkarı’ olmuş insanlar. Kendim için de en büyük temennim budur.

Şu ana kadar 45’lik halinde dört şarkı yayınladınız, neden özellikle 45’lik yayınmayı tercih ediyorsun?
Türkiye’de bunun pek anlam taşımadığını zaten biliyordum ta en başında! Ama bu da benim pek umrumda değildi. Ben sonuçta İtalya’da bir üretim stratejisini, daha da çok bir varoluş tipini benimsemiş bir insandım. O yüzden İtalyan menejerim Marco Damiani ve diğer arkadaşlarımın dediği, tavsiyesi neyse ona uydum. Çalışmalarım ne kadar Türk oğlu Türk de olsa oradaki naif stratejime sadık kalmayı tercih ettim. 45’lik de bunun en iyi yoluydu. Nostalji ile falan ilgisi yok yani. Bilmem o duyguyu. Şarkıları fiziksel hale getirmenin en iyi yolu buydu. Büyük de zevk aldım tabii ki. İğne deydi mi, renk başka oluyor.

2010’da çıkardığın 45’liğinle The Wire dergisinden “Dersini çalışmış-Very Cool Turkish Underground Guy” yorumunu almak nasıl bir histi?Ben o sırada Balık Pazarı’na limon almaya gitmiştim. Böyle de bir hayalim yoktu. Telefon zırtladı, baktım mail gelmiş İtalya’dan bunu haber eden. Damiani’den. Elimden fileler boşaldı. Hemen kendimi Robinson Crusoe’ya attım. Ama sayı henüz gelmemişti. Mailden yorumları ve diğer müzisyen arkadaşlarımın yorumunu okudum. Şaşırdım. O plağın o adamın önüne nasıl geldiği hakkında bir fikrim yok. Büyük bir ihtimalle Damiani-Fasolo ikilisinin işiydi. Bundan cesaret alarak iki kopiyi de Thurston Moore’a bıraktım Babylon konserinde, şimdi üçüncüyü yolluyorum kendisine!

Geçtiğimiz yıllarda Wedding Present solisti David Gedge küratörlüğünü yaptığı festivalde sahne almanı istemişti. Nasıldı festival ve tepkiler, başka var mı yurt dışında katıldığın konser ve festivaller?
İstanbul’da çok sayıda değerli insan tanıdım döndüğümde. Herkes bir tarafından tuttu işimin. Bu, At The Edge Of The Sea Festivali’ne da Mete Avunduk aracılığı ile ulaştım. İşlerim kendisine ulaştırıldı. Türkiye konseri sırasında da Gedge “Nooolcak bizim çocuğun durumu?” demiş. Böylece festivale davet edildim. Brighton’daki ortam ve anlayışı tasvir etmem çok güç. Demem o ki, saat 18 slotunda çaldım, benden sonra Art Brut arkasından da Wedding Present çıkıyordu. Anlatmaya fazla gerek yok. Bir hafta kaldık orada, gördüğümüz dostluğu, kardeşliği anlatamam.
Ben 20 sene İtalya’da yaşayıp çaldığım için bir sürü kültür merkezinde çaldım. Pietrasonica Stoner Rock Festivali’ne davet edildim, gittik. Bir unutamadığım festival de 1 Mayıs konseriydi Trieste’de. Orada ‘Hey 15’li’yi çalarkenki duygularımı siz düşünün!

Saykodelik Anadolu Pop janrında ilerlemenizin baş etkenleri nelerdir?
Birincisi o insanların unutulmasını gururum kabul etmiyor. Onlardan bir tanesini de tanıma şansına ulaştım. İkincisi ise o janrı yazmayı bildiğimi düşünüyorum. Üniversitede çok vakit harcadıydım analiz için. Anadolu toplumunun dünya saykodelyası başkenti anlayışı ve tahayyülü de aklımda halk müziğini Batı özgürlüğü temasıyla birleştirince oldu. Öyle ya olmuşunu da düşünmek gerek… Şu an konuştuğum müzikal lisan orada doğdu. Çünkü siyasi olarak talep etmek istediğim şeyi aklımda şekillendirmek istedim. Okuduklarımla, takip ettiklerimle. 68 döneminde Anadolu’ya gelen birçok Batılı insanla tanışmıştım, işte o insanların anlattığı şeylerin ışığında oluştu kafamda o tahayyül. Özgürlüklerin cenneti Anadolu. Sen, ben, bizim oğlan bir de varsa koca çınar bizden kralı yok!

1970’ler dönemi saykodelyasını ve ses skalasını yakalayabilmek için neler yapıyorsunuz?
Öncelikle sözleri o dönemin ustalarından esinlenerek yazıyorum. Anadolu Pop janrı muhakkak etnik bir ağızdan yürür. Saykodelya akımda başlangıç noktasını da Syd Barret olarak görürüm her türlü. Bu işin sırf adını söyleyen değil gerçekten yapan İtalyan müzisyenlerden öğrendiklerimi zamanla müziğime yerleştirmeyi öğrendim. İlk beyaz plağımın kaydında 68’den sonra olan hiçbir alet-enstruman kullanmamıştım, canlı makaraya kaydetmiştim. Deli bir detay anlayışım vardı. Bu son plağımda ise benzer prensipleri korumaya çalıştık prodüktörüm Mirko d’Agostino’yla ancak daha propagandal bir anlayışı da sürebilmek istiyordum o anlayışın üzerine. Bunda grup arkadaşlarım Serkan Kargacı, Ünal Savaş ve Timur Kurşunoğlu’nun da emeğini eklemem lazım. Umarım başarılı olmuşumdur. Fikrine güvendiğim bir insan var, o “Olmuş” ya da “Olmamış” der. Ona göre başarımı tartarım.

Bundan sonrası için planların neler?
Bundan sonrası için benim planım, şarkılarımı olabildiği kadar çok insana ulaştırmak. En uzak noktalara gidebilmek. Etrafımda hoş bir crowd oluşmaya başladı, tatlı sonuçlar ortaya çıkıyor. Bunları kesinleşince bildireceğim herkese. Bir sürü albüm yapmak, üretmek ve çalışmak ama aynı zamanda katılmak, etken olmak, ulaştırmak gibi emellerim var. Öyle sürekli kendisiyle ilgilenen bir insan olmayı çok mağlup buluyorum. Eğlenmek katılmaktır benim için. Çok uzaklara götürebilmek istiyorum işimi ama aracı olmak da istiyorum. Yoksa müziğin getirdiği ego hayatı yaşanılmaz kılabilir. Ben de hayatta düşmem o tuzağa. Çünkü benim olanı hiç kimseye kolay vermemeyi öğrendim. ‘Güneş’ adlı şarkımda diyor ya: “Kalbime sormasını çocuktan benimsedim”…

Kaynak: Radikal