Nanişko (Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez…)

KOKU

Odun Sobasında Kızarmış Turunç Kabukları

Nenemin evindeyim. -yim değil de -yiz aslında; abim de var. Galiba 5-6 yaşlarındayız; bilemedin bir kaç yaş daha fazla. Kocaman bir bahçesi olan iki katlı eski bir Adana evinde yaşıyor nenem(giller); biz Adanalıyız -giller var dilimizde. Bahçede ne yok ki? Portakal ve turunç ağaçları, bahçe kapısının girişinde misss kokulu yasemin ve rengi güzel, kokusu güzel leylak ağacı, mevsimi geldiğinde şakıyarak meyve veren nar ama illaki turunç ağaçları; her yeri sarmış taa evin damına kadar yükselmiş. Evin bahçesinden uzun bir merdivenle üst kata çıkılıyor. Dikdörtgen uzun bir teras var; sedirlerde oturulup yaz akşamlarının ufuneti dağıtılıyor; arada bir ‘sıcakkk, sarı sıcak!’ diyor birileri.

Bahçede dedemin tavukları aceleci adımlarla bir o yana bir bu yana yürüyor; sabah kahvaltılarında taze yumurtlanmış yumurtalar yeniliyor; çocukların küçük amcası çay bardağına kırdığı yumurtaları çiğ çiğ bir dikişte midesine indiriyor; küçük çocuklar kocaman açılmış gözleriyle bir kahramanı izler gibi amcayı seyrediyor. Pamuk sakallı gök mavisi gözlü dede, salonun bir köşesinde namaz kılıyor. Dizlerini kıvırarak yere oturuyor ve dudakları kıpır kıpır dua okuyor. Çok güzel görünüyor. Dua okumak yüzünü güzelleştiriyor. Sonra başını bir sağa bir sola çevirip selam veriyor. Üstünde Kabe resmi olan seccade her zamanki yerine katlanıp konuyor.

Bu evde nene dedeyi, dede de neneyi çok seviyor. Birbirlerine adlarıyla hitap etmiyorlar; nene kocasına ‘Abdullâfendi’ diyor; dede karısına ‘hocanın kızı’. Hoca dedikleri de haşmetli bir adı olan ‘İncirlizâde Hacı Hüseyin Efendi’; babamın dedesi; müderris; bir zamanlar medresede hoca olduğu çocuklara sık sık tekrar ediliyor. Evde dualar çok önemli; diyelim ki gözü elektrikli biriyle karşılaşılmış yolda; çocukların ne kadar iyi okuduklarından filan bahsedilmiş; zaten nenenin adı ‘karnı üniversite’ye çıkmış; nene hemen birer tane ‘Gul euzü birabbil felâk’ ve ‘Gul euzü birabbin nâs’ okuyor. Nazar savruşturulup atılıyor!

Kış günlerinde içerdeki oturma odasında oturuluyor. Duvarın dibine kurulmuş bir odun sobası çıtır çıtır yanıyor; üstünde kestaneler. Ben o sıralar- bir kaç yıl sonra- duvardaki ahşap çerçeveli bir fotoğrafa otuz iki yaşındaki sureti ile kitlenecek olan amcamın, Almanya’da ihtisas yaptığı yıllarda kızkardeşlerine getirmiş olduğu rengarenk göz farlarının hayranıyım. Halalarım bana göre servet olan bu farları özel kullanımıma açmış; kâh mavisini sürüyorum göz kapaklarıma kâh morunu, pudra rengi rujlarla dudaklarımı renklendiriyorum. Bu evi çok seviyorum. Nenem tatar yapıyor; sarmısaklı yoğurt koyup üstüne, kaşıklıyoruz. Tatarın olduğu gün mutlaka çiiköfte de yapılıyor; çiğköfte değil; çiiköfte! Nenem iki de bir sarılıp boynuma yanaklarımdan öpüyor; bazen ‘gadasını aldığım’ diyor bazen de ‘gadalarını aldığım’. Anne ve babam akşam ziyaretinden eve dönüş için çal borusunu öttürdüklerinde artık geç olduğunu anlıyorlar çünkü iki çocuk da uyuyakalmışlar! Olur a zorla uyandırılırlarsa küçük amcaları ‘ayakkabının teki yok; kaybolmuş’ diyor. Mecbur napılacak? Bu gece nenenin evinde uyunacak. ‘Eh, napalım, madem ayakkabılarının teki de kaybolmuş; bu gece burada yatsınlar artık’ diyor anne ve baba. Hala mutlaka ‘inşallah kötü kız gelmez!’ diye gülüyor. Anne, ‘eh artık gelirse de siz kaşındınız’ diyor. Herkes gülüyor; küçük kız güldüğünü saklamak için battaniyeyi kafasına çekiyor; ‘öfff hala yaaa!’ diyor içimden ama kimse duymuyor. Işıklar söndürülürken sobanın üstünde kızartılmaya bırakılmış turunç kabukları kokuyor.

Abla
Oğlum henüz küçük; iki üç yaşlarında. Koskocaman İstanbul’da kimimiz kimsemiz yok; analar babalar başka kentlerde yaşıyor. Kardeşlerimiz de bu kentteler ama herkes işinde gücünde, ben de çalışıyorum. Çocuğa bakması için karşı binanın işlerini gören bir ailenin 16 yaşındaki kızını bakıcı olarak tutuyoruz. Oğlumuz ona abla diyor. Kız çok yetenekli; elinden gelmeyen bir iş olmadığı gibi elişi tarzı şeyleri de bir sanatçı ustalığıyla yapıyor. Ortaokuldan terk. Neymiş, matematiğe aklı ermiyormuş. Bırakmış okulu. Oğlumuzu çok seviyor, biz de onu seviyoruz. Müthiş mutlu bir ailesi var; babasıyla kıkır kıkır gülüşüyor, şakalaşıyor. Annesi kocaman bir Karadeniz kadını; gündelikçi olarak çalışıyor. Temizlediği yeri bal dök yala! Öyle insanlar. Evde iş yaparken sık sık sohbet ediyoruz; serde eğitimcilik de var ya; ben uslu duramayıp haftada iki öğle sonrası halk eğitimin elişi kurslarına yazdırıyorum kızı. Kız dediysem; mecburen. Adını yazmak olmaz. Çok nadir duyulan bir adı var. Öylesine nadir ki; çocukluğunda her akşam Adile Naşit’i dinler ‘benim adımı söyleyecek mi?’ diye bekler dururmuş. Nihayet bir gün söylemiş de sevinç çığlıkları atmış evde. Kesin babasının işidir; adam o derece becerikli. Bir gün bulaşıkları durularken ‘Abla!’ diyor, ‘benim annemin ağzı kokuyor. Ben ona hiç belli etmiyorum ama. Şimdilik dişlerini yaptırmaya sıra gelmiyor. Bizim için o kadar çok çalışıyor ki; biliyor musun, ben o kokuyu seviyorum.’

Andıç Ağacı Kokusu
Anne yatak odasındaki çeyiz sandığını açıyor. Törensi bir havası var bu hareketin. Açarken elleriyle sanki okşuyor sandığı ve her defasında ‘bu sandık andıç ağacındandır; bak kokla, misss gibi kokar, güve filan gelmez buna,’ diyor. Yılda sadece bir kez açılıyor sandık; bahar aylarından yaza girerken içindekiler havalandırılıyor. Açılır açılmaz da başka hiç bir şeye benzemez, hoş bir koku yayılıyor odaya. Bir zamanlar annenin çeyiz sandığıymış bu ama artık evin kızının çeyiz sandığı. Bir gün kız, büyüyünce, iyi bir kısmeti çıkınca evlenecek inşallah. Bu güzel şeyleri kullanacak; kullansın da; öyle saklamasın, üç günlük ölümlü dünya; ne yedin, ne içtin, ne yaşadın; yanına kâr kalan o işte!

Anne bir yandan birer birer çıkarırken sandıktakileri bir yandan da anlatıyor: ‘Bak bu mavi keten yatak örtüsünü rahmetli annemle ben beraber işledik. Üstündeki bu işlemelere ‘Eski Türk İşi’ derler, şunlar da ‘Çin İğnesi’. Bunları hep çok dikkat ederek kullanacaksın; kadınların eline verilmez bunlar; kendin elinde yıkarsın. Zaten öyle çok yıkanmaz da. Daima soğuk suda, Hacı Şakir Sabunu’yla yıkayacaksın, hafif hafif, incitmeden; yoksa renkleri birbirini karışır; üç günde ağzı yüzü bir tarafa gelir. Kenarlarına iğne oyası geçirilmiş bu örtüler hep ipek demor. Çok kıymetlidir bunlar, çok! Şu pembe olanı anneciğim elleriyle işlemişti. Ahh canım anneciğim; ne erken gitti! Bak iki tane mavi, bir tane de yeşili var bunların. Duvak mevlütlerinde bunlar takılır. Bu da benim gelin başımın tacı. Evlenirken özel olarak İhsan Hanım’a yaptırılmıştı. Kız Enstitüsü’nün hocasıydı; çok hanımefendi bir kadındı. Hâlâ çok güzel, değil mi? Bu örtüleri sehpalarının üstüne koyacaksın; hepsi Eski Türk İşi, ben işledim. Modelini bir arkadaş vardı; neydi adı kadının unuttum şimdi. Kocasının göreviyle gelmişlerdi, sonra taşındılar burdan. Ondan aldım. Bunları senede bir kere kendi ellerinle ve tabii ki yine sabunla ve soğuk suyla hafif hafif yıkayacaksın. Sonra da kola yapacaksın. Kola yapması kolaydır. Bir kahve fincanı buğday nişastasına önce bir bardak soğuk su koyup kaşıkla eritirsin. Sakın sıcak su koyma; erimez, topaklanır. Sonra ocakta muhallebi gibi oluncaya kadar tahta kaşıkla karıştıracaksın. Altını kapatıp dört ya da beş bardak soğuk su koyarak kolayı incelteceksin. Sonra yıkadığın örtüleri içine atıp biraz gezdir. Güzelce sıkıp as. Kuruyunca ütü masasının üstüne tersinden koy. Eline ince bir tülbent al; soğuk suda ıslat tülbenti. Örtülere tersinden sür bezi. Biraz yumuşatmış oluyoruz bu işlemle. Ütüyü yine tersinden sürerek ütüle. Mis gibi olacak. Sonra da yüzünden hafifçe sürersin. Ahhh, bu örtülerin dili olsa da anlatsa; işlerken neler neler geçmiştir aklımdan. Şu ağ ipliğinden yatak örtüsünü kaç yılda işledim. Çok güzel oldu ama. Yatağının üstüne serersin. Gerçi bunları kullanması zor; gece yatmadan önce katlayıp bir kenara kaldırmak lazım. Ama hiç değilse önemli günlerinde kullanırsın. Sandığın içine daima biraz kuru sabun koymak lazım; defne yaprağı filan da iyi gelir. İyi bir ev hanımı evindeki herşeye özen gösterir. Güzel yemekler yapar, masasını tertipli düzenli hazırlar. Sen gördün mü bir gün olsun babana peçetesiz, örtüsüz masa hazırladığımı? İntizam, düzen şart! İnşallah sen de evlenince evine çok güzel bakacaksın, mutfağında tencere yemeğin, böreğin, tatlın eksik olmayacak; mutfaktan mis kokuları alan kocan içeri girip ‘aman da benim tatlı karım neler neler pişirmiş!’ diyecek, gelip boynundan seni öpecek. İnşallah herşey çok çok güzel olacak. Bak bu namazlayı da annem işlemişti. Çin İğnesi bu üstündeki laleler. Ben ilk evlendiğimde çok kullandım bunu ama artık sana kaldırdım. Sen kullanırsın inşallah.’

Andıç ağacından yapılma sandığım hâlâ duruyor; çok şükür annem de. İçindeki örtüleri söylenen herşeyi yerine getirerek kullanıyorum. Sandık hâlâ mis gibi kokuyor. Geride kalan herşeyi sandığın içine koydum.

Arada bir açıp kokluyorum.

Kaynak: nanisko.com