İnsanlar evlerinden çıkıyor. Bir ovaya kavuşuyor patika, her yerden gelen insanlar var. Yeni insanlar, içleri güzel insanlar. Bilmediğimiz bir hikâyeye rastlamışlar yolda, çok korkmuşlar senin gibi. Ama bitmiş, geçmiş. Ay gökyüzünde kocaman, gökyüzü kızıla çalan bir kahverengi, aysa leylak rengi.
Belki de gökyüzü mavi değil, kızıla çalan bir kahverengi. Belki de denizler sarının en canlı halinde, dalgalarının tepelerinde turuncu menevişler var. Belki de ay her akşam leylak rengi doğup batmadan önce koyu mor hale geliyor. Hakikat nedir ki? Nerede başlar, nerede biter?
Belki de bir çay içiminde, bir martının sırtında uzaklaşan sevdalı bir yürektir hakikat. Galata’da girilen bir ara sokakta, kapısı yeşil boyalı bir evin arkasında başlayan paralel evren midir yoksa? Bize o kadar yakın, o kadar uzak. Dünyaya dair, evrene dair tahayyülümüzün, bildiklerimizin bir anda değişivereceği bir kapı arkası mı? Gerçeküstücülerin resimlerine tek tek bakmak lazım ve bütün Latin Amerika edebiyatını yeniden okumak. Hele de Cortazar’ı… Hakikat sanılan şeylerin sanal olduğunu anlamak için ne gerekiyor? Hakikati çoktandır arıyorum ve onu ancak kaybettiğim zaman buluyorum, ve ben onu bulduğum zaman, o aslında herkesin kaybettiği ve bir tek benim bulduğum hakikat oluyor. Böyle de yaşanmıyor tabii. O zaman deli olmaya özeniyorum, ama deli değilim maalesef.
Yaşam bir lastik gibi uzuyor, geriliyor, ya kopacak ya da büyük bir hızla yeniden harekete geçecek. Duman çöküyor şehrin üstüne. Sarımsı bir gri… Kokusu yok. Baktığın zaman görmediğin, bakmadığın zaman seni sarıp sarmaladığını farketmediğin… Haliyle korkuyorsun görmediğin, hissetmediğin ama varlığını bildiğin sarı-gri bir dumandan. Kendini korumaya çalışıyorsun, eve kapanıyorsun ama minicik bir aralıktan sızar mı diye dehşet içindesin. Televizyona, internete koşturuyorsun, herkes konuşuyor, herkes paylaşıyor ama hakikate dair bir belirti yok ve sarı gri duman hâlâ gizemini koruyor. Deli olsam keşke diyorum bir kere daha belki beni teğet geçerdi bu uğursuz duman, ama deli değilim ki. Korkuyorum.
Adımların senin önünde gidiyor, gölgen bazen senden ayrılıp kendi başına ilerliyor sokaklarda. Gölgen ve sen, birbirinizi kaybediyorsunuz. Gölgen sandığın belki de ruhun. Salgın günlerinde sen ikiye, üçe ayrılıyorsun. Birbirinizden habersiz ayrı yönlere doğru yürüyorsunuz. Sokaklar boş, deniz kenarları martılara kalmış, diğer yerlerde sokak kedileri, sokak köpekleri, sokak kargaları, serçeler ve güvercinler. Senin sandığın şehir meğerse sokak hayvanlarınınmış. Taaa uzaklardan bir yunus sürüsü geçiyor, kocaman bir gülümseme yayılıyor denizden dalga dalga şehre doğru.
Yazının devamını okumak için tıklayın