Haberi aldığımda yanımda otuz yaşında bir arkadaşım var.
“Duydun mu” diyorum; “Neyi” diye soruyor.
“Ferhan Şensoy…” diyorum; sözümü o tamamlıyor: “Evet, vefat etmiş.”
Yüzüne “Bu kadarcık mı, başka bir şey söylemeyecek misin” der gibi bakıyorum herhalde; “Çok değerli bir tiyatrocuydu” diye ekliyor.
Zamanın nasıl geçtiğini ne sık unutuyorum, bugün 30 yaşında olanlar, Ferhan Şensoy’u ilk kez ‘Yorgun Matador’da sahnede büyülenerek izlediğimde daha doğmamıştı bile.
Röportajları filan zaman kaybı gibi görüyordu Ferhan Şensoy. Artık nasıl ısrar ettiysem, Hürriyet Pazar’a bir röportaj vermeyi kabul etti de, 1999’un ilk günlerinde Beyoğlu’ndaki Ortaoyuncular’da buluştuk. Elinde bir deste A4 kağıt vardı. “Kısa özgeçmiş soranlara gıcık oluyorum” dedi, kendisiyle ilgili bilgileri yazdığı belgeyi bana da verdi. Haklıydı, bir kere kısa değildi özgeçmişi, tam 10,5 sayfa tutuyordu!
Aslında yazmak dışında hemen her şeyi zaman kaybı gibi görüyordu. Kitleler onu tiyatrocu, oyuncu olarak bilse de “Benim asıl işim yazarlık” demişti. Yazmadığı her an kendini huzursuz hissettiğini söylemişti.
“Ailenin şımarığı benim” derken, doğup büyüdüğü aileyi değil, Derya Baykal’la kurduğu çekirdek ailesini kastediyordu: “Derya’nın sağladığı, çocukların da buna uyduğu bir çalışma düzenim var. Derya bu konuda özverili, her şeyle o ilgileniyor çünkü benim okumam ve yazmam lazım.”
Yazının devamını okumak için tıklayın