Vereni mağrur, alanı mağdur etmeyecek bir olgunluk,
Bir anlamda asıl paylaşılanın zaten var olduğunu idrak,
Ya da başarıyı almaktan önce verme fikrinde aramak,
Mutluluğu, sevgiyi, erişmeyi, yetkinleşmeyi, hedefi
İnsanın bizzat kendini almaktan çok verebilmekte tanımlaması.
Bir atı gemi ile, eğeriyle değil gücü ve çevikliğiyle beğeniriz,
Bir kuşu çıngırağı kanadıyla değil uçup süzülmesiyle överiz,
Tazıyı koşmasıyla, tasmasıyla değil.
Verdiğiyle, dünyaya katabildiğiyle değerlendirir, onurlandırırız.
Aldığı, taktığı, giydiği ile değil.
Bir tek mağrur, alabildiğince almakla ilgili bir takıntıya sahiptir.
Sonra anlar, yaşamın asıl amacının vermek olduğunu, zavallı insan,
Süslü kınından çıkmış bir kılıç misali, süsünden püsünden bigane kalınca,
Onu değerli kıldığını sanan ismi, cismi, payesi, şanı bir kenarda,
Özüyle, kendiyle, asıl yücelebilen tek değeriyle başabaşa kaldığında anlar.
Ne mağrur, nede mağdur olunamayacak kadar basit yaşam şifresini,
Vermek denen mücevheri keşfettiğinde anlar insan kıymetini.
Güzel ve renkli gözleri olmasını isteyen, iyilikle bakmaktaki tılsımı,
İnce bir beden isteyen, ekmeğini bölüşmesi gerektiğini,
Güzel dudaklara sahip olmaya ölen, sadece güzel sözün yettiğini,
O kadar geç anlar ki, o alma yarışı, telaşı içinde.
O denli zor öğrenir, zor içselleştirir ki insan vermek denen mucizeyi,
Yaşam kaçıverir gider, al ha al, al ha al, al ha al…
●●●●○○○○●●●●
Yaşlı bir bilgeye sorarlar, hayatın anlamı nedir diye, der ki;
‘’ Bu dünyaya diğer insanlara yardım etmek için geldiğimi öğrendim,
Henüz çözemediğim şey, diğer insanların neden burada olduğu’’…
Sıdk ile yapılan haseneyi, kendince sadakaya, hasenata çevirirken insancık,
Mağrur ve mağdurlar yaratacak kadar hadsizlik içinde bir dünya yaratmış.
Hep doğanın eksik bıraktığı, onun verdikleri yetinmeyen kapasitesiyle,
Alabileceğinin kat be kat üstünde almaya proğramlanmış yaşamlarda,
Evrenin de kibarlığından, kendine sınır koymamasını erk sanan insan,
Aklının sınırlarını zorlayarak, tutkularına esaretle alır da alır, alır da alır.
Oysa kökleri sevgi iyilik ve güzellikten gelen bir hasenata niyet ile nihayetlenir,
En samimiyetsiz, suni, almak fikriyatına köle nice hayatlar bile.
Er yada geç, vermenin özü yücelten, aslolan, vareden tılsımını keşfeder,
Her ölümlü,
Er yada geç.
Selam vermenin, iyi bir yüreğin sarsılmaz yalınlığındaki bir hasenat olduğunu,
Ziyaretin, arayıp sormanın, ilgilenip derde ortak olamanın sıdk olduğunu,
Takdir etmenin, katkının, yardımın vareden olduğunu keşfeden için,
Almakla geçen süreç ızdırap verici bir yanılgı haline gelir.
Ve o ızdırap içinde geçen yıllarda asıl almak istediğini sorgulayan için,
Vermekle keşfedilen yanıt ise;
‘’Almak istediğin her ne ise, ancak vererek sahip olunabilmesidir’’.
Kendimiz için yaptıklarımızın da bizimle birlikte ölmesi,
Ancak itidal, metanet, basiret ve adaletle başkaları için yaptıklarımızın,
Sonsuza dek yaşaması şeklinde sürekli tekrarlanan doğrulama,
O yanıtın en anlaşılır açıklamasıdır.
Vereni mağrur, alanı mağdur göstermeyen,
Herkesi bütünün bir parçası olarak kabul eden,
Çok basit ve sürdürülebilir bir süredir yaşam…
●●●●○○○○●●●●
Yaşam büyük bir pazarda alışveriş etmek gibi dostlar.
Almak ya da vermekle geçen uzun ve yıpratıcı bir süreç.
Ama eksiklik, yoksunluk ve kayıp olarak görülmeyecek değerleri ile,
Onları ihtiyacı olanlarla buluşturmayı görünür ve mümkün kılan,
Paylaştıkça, verdikçe bizden azalmayan, eksilmeyen şeylerin,
Bu pazarın en değerli ürünleri olduğunu gösteren bir Pazar.
Sevgi gibi, bilgi gibi, güven gibi, selam gibi, nasılsın iyimisin gibi.
İnsan içindeki ağırlığınca insanın özündeki hakikattir, görevidir vermek.
Başarmakla, kazanmakla, elde etmekle hissedilen varlığı, kimliği,
Eni sonu yardıma, vermeye, paylaşmaya vakfeden her insanın,
Hayatın anlamını hissetmek için peşine düştüğü pratiktir.
‘’Almadan vermek Allaha mahsus’’ dese de bir özlü söz,
Vermeyi almaktan yeğ tutmak, ona en yakın olan haldir ki,
Belki de alanın artan açlığına rağmen, verenin tokluğundaki sır da budur.
Almak ve vermek arasındaki dengenin hassas terazisini ustaca kullanıp,
Vermeyi dahi almanın aracı olarak kullananları kenara ayırırsak,
İnsani erdemlerin hemen hepsi vermeyi baz alan kavramlardır zaten.
Vermeyi, paylaşmayı, yardımı yaşamında ne denli erken kavrarsa insan,
O erdemlere doğanın bir armağanı kadar kolay
ulaşacaktır…