Bilindiği gibi fotoğraf masa başında oturmakla olmaz. Resim, roman, hikaye, şiir masa başında olabilse de fotoğrafın böyle bir şansı yoktur.
Fotoğraf aynı zamanda belge, saptama sanatı olduğundan, fotoğrafçı içinde bulunduğu ortamın mesajını aktarmak görevini de yüklenmiş demektir. Gördüklerini çekip, mesajını vermelidir fotoğrafçı.
Gezilerek çekilen fotoğrafta ortamın o günkü yaşam şartları, yerel giysileri, yerleşim birimleri, sanat ve zanaat olgularıyla geçmişten geleceğe bir köprü olmaktadır. Bunun için belge değeri taşıyan doğrudan fotoğrafa müdahale edilmemelidir, objektif olmalıdır. Sanat yapacağım diye onun belge değeriyle oynayan, gelecekte yaptıklarından pişman olur.
Ayrıca doğrudan fotoğrafın da sanat olamayacağını kim söylemiş. Ama o yol biraz uzundur, sabır, sebat ister, fotoğraf kurallarını hazmedip, kekelemeden fotoğrafça konuşmayı gerektirir. Dünyadaki fotoğraf alemi böyle örneklerle doludur. Bana sorarsanız fotoğrafçıyı mutlu edecek yerlerden biri Hindistan derim. Yerel giysileriyle, inançlarıyla, sempatik yaklaşımlarıyla tam bir fotoğraf cennetidir Hindistan. Yüzlerce hatta binlerce inanç, yüzlerce lehçe ve bunların farklı giyinişleri, doğa… Kısacası Hindistan bir fotoğrafçı cenneti demek yanlış olmaz.
Yazının devamını okumak için tıklayın