Özlem Yalım
Kritik söz konusu olduğunda bizlerin dünyasındaki öncü isimlerden biri olan Prof. Dr. Celal Abdi Güzer’e sorularımı yönelttim.
Geçtiğimiz hafta içerisinde, İstanbul ve Eskişehir’de iki adet çağdaş sanat müzesi, İstanbul Bienali, Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı ve İstanbul’da hemen hemen her galeride yeni bir sergi açılışı ile birlikte, sanatçı performansları, söyleşiler ve çeşitli koleksiyoncu davetleri gerçekleşti. Bu tempoda bir kültür ve sanat sever olarak dolaşırken, kulağıma olumlu ve olumsuz, taraflı veya tarafsız, iyi veya kötü niyetli pek çok kritik çalındı. Sosyal medyada da paylaşımlar, yorumlar bir an olsun hız kesmedi. Bu deneyim bende eleştirinin öneminin altını çizme arzusu uyandırdı. Bir tasarımcı ve bir mimar gözü ile bu konuda söyleşmek üzere, kritik söz konusu olduğunda bizlerin dünyasındaki öncü isimlerden biri olan Prof. Dr. Celal Abdi Güzer‘e sorularımı yönelttim.
- Özlem Yalım: Türkiye’nin sanat gündeminde geçtiğimiz hafta içinde pek çok gelişme oldu; üçüncü dalga olarak nitelendirenler var. Bir akademisyen ve izleyici olarak sendeki yansıması nasıl oldu gelişmelerin?
Prof. Dr. Celal Abdi Güzer: Sanat Türkiye’nin gündeminde yok denecek kadar sınırlı bir yer kaplıyor. Şüphesiz küçük bir kesim tarafından sahip çıkılan, sıcak tutulmaya çalışılan bir sanat gündemi var. Bu gündem içinde zaman zaman yoğunluklar yaşanabiliyor ama bunlar bir kırılma ya da dönüşüme işaret etmekten çok etkinliklerin bir araya, arka arkaya gelmesi ile oluşuyor. Söylenen sözlerin, Türkiye ortamını etkileme, uluslararası ortama katkı anlamında, bireysel bazı çıkışlar dışında, toplum içinde, hatta ister üst gelir gurubu ister aydın olarak tanımlayalım kısıtlı bir kesim içinde bile yaygın bir zemin bulduğu söylenemez. Sanat Türkiye’de oldum olası marjinal bir iş, lüks bir ilgi alanıdır. Öte yandan bazı iyi niyetli etkinlikleri, kazanılan yeni mekanları elbette çok olumlu buluyorum. Çağdaş sanat mekanları, galeriler açılıyor, bienaller, sergiler düzenleniyor etkinliklerin bazıları yıllar içinde kurumsallaşıyor, kısıtlı da olsa şirketlerden, sermayeden destek görüyor. Sanırım burada asıl mesele sanatın yaşantımıza nasıl ve ne kadar dokunduğu, onu nasıl dönüştürdüğü ile ilgili. Türkiye gündemi başta ekonomi, işsizlik, mülteciler, adalet gibi öyle öncelikli konular içeriyor ki bunların baskınlığı altında sanatın varlığını hissetmek zorlaşıyor. Öte yandan bu tür keskin sorun ve gündemler sanat için bir esin kaynağı, katkı koyabileceği bir işlevselleşme zemini de olabiliyor. Ama, belki ilerde açarız, bugünün ortamında oluşan yoğunluğun bu anlamda bir bağlamsallık taşımadığını, daha çok ana eksende olup bitenle bir eklemlenme çabası ile sınırlı kaldığını düşünüyorum.
Yazının devamını okumak için tıklayın