Muhsin Kızılkaya: Zeki Demirkubuz’u dinlerken…

Bundan otuz, otuz beş sene önce gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda, şansıma hayranı olduğum bir yığın yazarla çalıştığım gazetede karşılaştım. Mesela, Çetin Altan’ı ilk defa Güneş Gazetesi’nde gördüğümde muhayyilemde nasıl bir dev tasarladıysam artık, “bu adam bu kadar ufak tefek miydi?” dedim kendi kendime ve ağzında patlayarak çıkan kelimelere şaştım kaldım.

Soyut bir meseleyi yazıyla anlatmanın güçlüğünü ilk o anlattı bana, bu konudaki ilk dersimi ondan aldım.

Çoktan hayatımızdan çıkmış, eskiden panayır yerlerinde, bayramlarda seyranlarda türlü türlü numaralar yapan, ip üstünde yürüyen cambazları merak etmiş, onlarla ilgili bir yazı dizisi yapma iznini almıştım haber müdürü Orhan Duru’dan. Onlara ne olduğunu en iyi Çetin Altan bilirdi diye düşündüm, bana bir yol göstersin diye ilk onun odasına gittim. “Zor bir konu seçmişsin,” dedi bir ağızlığın ucuna taktığı sigarasından derin bir nefes alarak, “eğer ip üzerinde yürüme duygusuna dair yazı yazabilirsen gir bu konuya. Biliyor musun, bu konu zor olduğu için dünya edebiyatında ip cambazlarını anlatan çok az roman vardır, belki bir iki tane,” diye ekledi ve sırf denizi görsün diye binanın denize bakan cephesinde pencere olmadığı halde onun odasına özel olarak açılan pencereden dışarı baktı, sonra bana dönerek, “Camı yazıyla anlatabilir misin?” diye sordu. Cama aval aval baktım, önündeki elektronik daktilonun (o tip daktilolar sanırım o sırada henüz memleketimize gelmemişti, ama onun vardı) tuşlarında parmaklarını gezdirdi, cama dair bir paragraf yazdı. Kâğıdı çıkardı, “Al oku” dedi, kâğıdı aldım, okudum, şaşırtıcıydı, enfesti; tadı hâlâ damağımda ama ne yazık ki tek kelimesi bile şu anda aklımda değil, hayattaki en büyük pişmanlığım o tek paragraflık şiiri saklamamış olmamdır.

İlk yazı dersimi o gün Çetin Altan’dan aldım. Çıkarken, “Dur,” dedi, “Bir şey daha… Yolun çok başındasın, kırk sene önce ben de senin gibi bir meraklıydım, günün birinde yazıda ‘ben’ kipini kullanacak merhaleye gelirsen, o gün benim gibi bir yazar olacaksın.”

(Aradan kırk sene geçti. Bugün yazılarımda rahatlıkla “ben” kipini kullanıyorum ama Çetin Altan ayarında bir yazar olmam için daha kırk varil mürekkep yalamam lazım, bunu da biliyorum.)

*

Bırakın öncesini, 1980’li yılların sonuna kadar, yazıda rüştünü ispatlamış muharrirleri dışında tutarsak yeni yetmelerin hiç birisi kolay kolay yazının içinde “ben” diye başlayan bir cümle kurmazdı. Bu alışkanlıktan olsa gerek, şu anda bile o günlerden kalma eski muharrirlerin bir kısmı konuşurken bile kendinden bahsederken “biz” kipini kullanıyorlar. Eski Babıali’de bir yazar yazısında “ben” kipini kullanıp o yazısı yazı işlerinden geçmişse eğer, o artık okurları nezdinde yazar mertebesine ulaşmış demekti.

Galiba eskiden az da olsa haddimizi biliyorduk.

*

Durup dururken bu lafları neden ediyorum? Bayramda yayınlanmış seyretmemişim, Youtube’ta çıktı karşıma, oturdum geçen akşam Haluk Mertbey’in Habertürk tv’deki “Meseleler” programına çıkardığı sinema yönetmeni Zeki Demirkubuz’la olan yaklaşık iki saatlik enfes sohbeti seyrettim. Zeki Demirkubuz daha sohbetin başlarında, “Bu memlekette insanlar fazlasıyla kendinden emin. Herkes fazlasıyla nobran. Herkes kendine o kadar inanıyor ki…” diye başlayıp muhteşem tespitler yaptı şu andaki halimiz üzerine pek öyle ilmi kelimeler kullanmadan, basit kelimelerle…

Sokak röportajlarından örnekler vererek meramını anlatmaya başladı mesela. Hepimizin karşısına çıkıyor; birisi şehrin bir yerinde, herkesin gelip geçtiği bir meydanda mesela birisine mikrofon uzatmış, önünde mikrofonu bulan da “ben bu konuyu bilmiyorum” demiyor, soru “soğuk füzyona” dair bile olsa car car başlıyor anlatmaya. O sırada birisi aceleyle oradan geçiyor, tabakhaneye bir şeyler yetiştirecek belli ama ağzının önünde mikrofon olan adamın söylediği bir laf geçerken çalınıyor kulağına, anında tabakhanedeki vazifesini falan unutuyor, aynı hızla geri dönüyor, görüntüye giriyor, hatta mikrofonu asıl konuşandan alıp, konuşmacının yalan söylediğini, doğrusunun kendi bildiği gibi olduğunu söyleyip başlıyor “sıcak füzyonu” anlatmaya. (“Sıcak füzyon” diye bir şeyin olmaması adamın umurunda değil, öteki “soğuk füzyonu” anlatıyordu ya!) Bazıları da geçerken konuşana “ağzın kokuyor” diye laf çakıp geçiyor, bir başkası da artık hangi kelimeyi duymuşsa, “bunlar hain, bölücü bunlar,” deyip meydandakileri kışkırtmaya çalışıyor.

Eskiden babasının yanında böyle kendinden emin bir tavırla destursuz konuşan oğluna, “Ne cezvelenip durisin poğ yiyen uşaği, hep Cumhuriyet yüzünden,” diyen Osmanlıdan kalma Erzurumlu baba gibi; “insanların bugün fazlasıyla kendinden emin” olmalarına biz de “hep sosyal medya yüzünden” desek meseleyi izah etmiş olur muyuz bilmem ama hepimizin her konuda “allame” kesilmemiz sanırım pek hayra alamet bir şey olmasa gerek.

*

Diyarbekirli Sıtkı’yı tanıştırmıştı yakın bir zamanda bana bir arkadaşım. Sıtkı inşaatçı (sonunda “cı” olan hiçbir şey meslek değildir!) ama aynı zamanda bir sosyal medya müptelası. Yazı yazdığımı söyledi arkadaşım tanıştırırken; adımı biliyordu, hatta arada bir yazılarıma da göz atıyormuş Sıtkı, bunu söyledikten sonra yekten “ben de yaziyem abi” dedi. “Ama senin gibi uzun yazmiyem. Kısa ve vuruci yaziyem. Öyle tam alnının ortasına çaqiyem.” “Nerede yazıyorsun?” diye sordum ben de safça. “Feyzbok’ta yaziyem. Ama daha çok başkalarinin yazdıklarının altına yorım şeklinde yaziyem. Adamlar quduri tabi… Senin yazılarini oxumiler abi, uzun yazisen, bir de bir sürü böyle yabanci herif isimleri geçirisen yazılarında, Tosto disin, Dobrovski falan disin. Öyle olmaz abi, qısa yazacağsın ve delirtecağsın. Ha bende fikir çoğ… Sa telefonumi verem, qoni sıqıntısı çekersen ara qardeşini, sa qoni verem, bağ o zaman oxurlarin nasıl çoğali… Beni altı bin kişi taqip edi… Senin taqipçin kaç?” “Eskiden solculuk yaparken bir ara polis takip ediyordu sanırım ama şimdi takip eden yok galiba” dedim. Şakama o da güldü!

*

Zeki anlattıkça (“Zeki” diyorum zira Zeki Demirkubuz çok eski arkadaşım; 80’li yılların sonu, idamla yargılanmış, hapishaneden yeni çıkmış, Kuledibi’nde deniz gören soğuk bir ev, kapı baca açık, muhabbet göğe vurmuş, hüzün bulaşığı her şey; o var, Jülide var, Ali var, Yılmaz var, kafaya koymuş sinema yapacak ama rijit sosyalist fikirlerini hapishanede bırakıp çıkmış, film yapacak ama öyle devrime inanmış insanların değil kendine bile inancını kaybetmiş, kader ipine sarılmış, pis otelleri mesken tutmuş, yazgıya mahkum, yeraltına inmiş, bulunduğu yerden bile kafasını çıkarmaya mecali kalmamış yaralı, ciğerden kanayan insanların filmlerini; bizde ise hâlâ Marksist inanç var, böyle sinema olmaz, yoz sanat bu, sanat toplumun hizmetinde olmalı falan diye konuştuğumuz aklımda kalmış; öyle barut esmeri, öyle bıyık altı müstehzi gülüş o gün dondu muhayyilemde, sonra bir gün sokakta toslaştık, Mehmed Uzun’un “Nar Çiçekleri”ni yeni okumuş, onda bulduğu şey neyse artık “müthiş, müthiş” diyor başka bir şey demiyor, o aralar Dostoyevski belası var başında, hep onunla meşgul) benim aklıma da yaşadıklarım geliyor. İyi film, iyi roman, iyi şiir, iyi sohbet bir hatıranızı tetikleyendir, gözüm ekranda, pür dikkat onu dinliyorum. Bir ara çocukluğundan bir hatıra anlattı, geçmişte “fikre saygı” vardı fikrini pekiştirmek için.

Isparta’nın bir dağ köyünde geçmiş çocukluğu Zeki’nin. Tarlasından başka hayatı olmayan, bir daha kimsenin ellerinde öyle nasır görmediği bir adamı anlattı. Öğretmen okulunda okurken solcu olmuş, insan solcu olunca o yaşlarda bütün dünyayı kavradığını, hayatın sırrına erdiğini sanır, o da hayatın anlamını çözmüş bir çocuk olarak köye dönmüş bir yaz tatilinde, adamla; adını unuttum hadi Ömer Amca diyelim muhabbete başlamış, Ömer Amca muhtemelen AP’ye oy veriyor, Demirelci ama Zeki’nin bütün o kitaplardan ezberlediği Marksist fikirlerini pür dikkat dinliyor, toprağın nasıl bölüşüleceğini, özel mülkiyet ve aileyi nasıl ortadan kaldıracaklarını falan anlatır Zeki; Ömer Amca hiç müdahale etmeden dinler dinler, sözünü bitirince büyük bir şefkatle gülümser, “Aferin lan Zeki” der. “Hadi lan oradan, boyuna bak, ettiği laflara bak” dememiş Ömer Amca, şefkatle başını okşamış.

Yazının devamını okumak için tıklayın