Yolcu trene doğal hali ile biner. Bağrışmalar, satıcılar, kavuşanlar ve ayrılanlar duygularını ortamın doğallığından dolayı rahatça yaşarlar. İşte bizi çekende bu yaşamdı.
En Duygusal, En Romantik Toplu Taşıma Aracı
Aşırı gücüne rağmen iki ray arasında hapsedilen, içerisinde kavuşanlar, ayrılanlar, hasta taşıyanlar, tutuklu taşıyanlar, sivil-asker ilişkisi, kültür farklılıkları, evin bir odasına dönüşmüş kompartımanlar gibi hayatın ta kendisini taşıyan trenlerin insanlarla ilişkisini Özcan Ağaoğlu ve Erhan Gürkan “Tren” adlı kitap projeleriyle birlikte gün yüzüne çıkarır. Bizler de 1998 yılından 2003 yılına kadar süren, trenin içindeki hayatı belgeleyen projeyle ilgili Özcan Ağaoğlu’yla bir araya geldik.
Trenin sizde çağrıştırdığı anlam nedir?
Birçoğumuzun, çocukluk anılarının bir bölümünden, tren mutlaka geçiyordur. Trenin aşırı güçlü olmasına rağmen iki rayın arasına hapsedilmiş olması ve kendisine verilen çizgiden çıkamaması beni hep kendine çekmiştir. Belki de bu güç ve uysallığın yan yana olması, içinde yaşattığı insanlarla uyum içerisinde ve duygu yüklü olmasını sağlıyor.
Trenlerle ilgili bir çekim yapmaya nasıl karar verdiniz? Sizi trenleri, trenlerdeki yaşamları fotoğraflamaya iten neydi?
Projeyi Erhan Gürkan ile birlikte yapmaya karar verdik. Konunun içerisine girdikçe projenin çok büyüyeceğini kısa sürede anladık. 1998 yılında başlattığımız çalışmalarımızı 2003 yılında tamamladık.
Kitaptaki fotoğraflarda, trenin olduğu her yerde duygunun yoğun olduğu bir ortam var. Kavuşanlar, ayrılanlar, hasta taşıyanlar, tutuklu taşıyanlar, sivil-asker ilişkisi, kültür farklılıkları, evin bir odasına dönüşmüş kompartımanlar vs. Kısaca tren ve trenin içi yaşamının ta kendisi. Bu güne kadar yapılan tren konulu çalışmalar; trenler doğada hareket halindeyken, dumanını tüttürürken, köprüden geçerken veya garlarda dururken yapıldı. Bizim projemizde ise trenin kendi fazla ön planda değil, daha çok tren-insan ilişkisi tümüyle kadrajda.
Çalışmanın amacını açıklar mısınız?
Yolculuk sosyal bir olay. Herkes bir şekilde bir yerlere ulaşıyor. Ulaşımı sağlayan vasıtalar içerisinde en makyajsızı tren. Gayet yalın, kolayca yolcusunun kimliğine bürünebiliyor. Dolayısı ile en romantik, en duygusal toplu taşıma aracı olduğunu düşünüyorum. Ancak görüntüsü bunun tam tersi; metal ve sert. Bu sert görüntü, içerisine aldığı yaşamla çok çabuk yumuşuyor.
Teknoloji ilerledikçe bu hissettiklerimiz kalmayacak. Yavaş trenler yerini hızlılarına bıraktığında ulaşım daha kısa sürede olacağından tren ile insan arasındaki duygusal yoğunlukta azalacaktır. Aynı uçakla seyahatlerde olduğu gibi. Bu anlamda bakıldığında şekil değiştirmeye doğru hızla yol alan tren-insan ilişkisini belgelemiş olduk.
Çalışma sırasında nasıl bir yöntem izlediniz?
Yolcular ile birlikte aynı kompartımanda yolculukları paylaştık. Onlar bizi fotoğrafçı değil de yolcu olarak görmeye başladığı anda doğal fotoğraflar peş peşe gelmeye başladı. Öncelikle Adana ve çevresindeki istasyon ve güzergâhlar üzerinde çalışmaya başladık. Ardından projeyi yurt genelinde gerçekleştirebilmek için TCDD’ye başvurup gerekli müsaadeleri aldık. Böylece tren yolculuklarımız başlamış oldu. Yaklaşık 20.000 km gibi yol kat ettik.
Trenlerdeki yaşamda sizi çeken neydi?
Uçak yolculuklarında dikkat edilirse insanlar kendilerine çeki düzen verirler. Hatta daha ileri gidersek uçağa binen makyajsız kadın, bakımsız erkek yolcu yok gibidir. Uçakların ve hava alanlarının bakımı ve düzeni sanki yolcularına yansır. Trende işlerler öyle yürümez. Yolcu trene doğal hali ile biner. Bağrışmalar, satıcılar, kavuşanlar ve ayrılanlar duygularını ortamın doğallığından dolayı rahatça yaşarlar. İşte bizi çekende bu yaşamdı.
Tahmin ediyorum ki tüm bu çekim süresi boyunca birçok şey yaşadınız. Orada yaşadığınız sizi çok şaşırtan ya da etkileyen bir olaydan bahsedebilir misiniz?
Bir bayram günüydü trene inen ve binenleri haddi hesabı yoktu. Biz izlemekten yoruluyorduk. Buna rağmen kondüktörler her yeni yolcuyu gözünden tanıyıp bir durak dahi affetmiyorlardı. Uzman kondüktörün, biletsiz binen ve uyuma numarası yapan gençleri tokatla uyandırması ve “numara yapmayın lan biletinizi gösterin” demesi ardından göz göze geldiğimizde, “bunlar hep böyledir, kaçak binerler ve uyuma numarası yaparlar ama bizim gözümüzden kaçmaz fotoğrafçı beyler” dedi. Bazen de yoksul kalabalık ailelere “yaşam zor ne yapalım” deyip bir iki durak tolerans gösteriyorlardı.
Posta treninde bir Kore Gazisi ile tanıştık Kore Savaşı’nda ağır makine silah taşıyıcısı imiş. Savaş anında ateş altında bunu taşımak ve kullanmanın zorluğunu anlattı. Derken laf döndü dolaştı evliliğe geldi. Evlilikteki kadın erkek ilişkisinin zorluğundan söz etti. Biz de merak ettik ve “sizce savaşta ateş altında mitralyözü taşımak mı zor, yoksa eşinizle evde oturup sohbet etmek mi zor” deyince, cevap olarak “değil bir tane, üç tane mitralyöz taşımaya razıyım” dedi.
Bu çalışmanız Turkcell sponsorluğunda kitap ve sergi haline dönüştürüldü. Bugün Tren kitabınızı veya fotoğraflarınızı nasıl satın alabiliriz ve görebiliriz?
Bana yazmanız yeterli olacaktır.
www.ozcanagaoglu.com
[email protected]