Nar Bahçe / Haydar Ergülen

Haydar Ergülen
Haydar Ergülen

Latife Tekin’in Manves City’de dediği gibi, “fakirin evi olmaz, yuvası olur.” Yuvası olanın da göğü olur, yuvası göğü olur, göğü aşk olur. Heves ile bir olunca bazen de yer gök aşk olur, gönlümüzü aşk doldurur, aşkla bahçeler bağlar kurulur.

-Nar’a ve Nar’ın annesine-

İnsan, dünyadaki günlerini hep bir yurtsama içinde geçiriyor sanki. Çoğu zaman da bilmediği bir sıla özlemiyle. Kim bilir belki de dünyaya kayıp yakınlarımızı aramak için gelmişizdir. Aşk da öyle değil midir, insan sanki çok zaman önce yitirdiği birini bulmuş gibi olur.

Arayan bulurmuş! Ama bulmak bir sonuç yalnızca ve hayat sonuçlarla yaşanmıyor. Aslına bakarsanız sonuç diye bir şey de yok. Çünkü son yok. Bunu görmek için insan yetersiz geliyorsa doğaya bakın. Durmadan devinen, kendini yenileyen, toprağından sebzesi, ağacından çiçeği, dalından meyvesi eksik olmayan doğaya. Michel Foucault , insanın, nihai hedefinin kendini bir ‘sanat yapıtı’na dönüştürmek olması gerektiğini söylemişti. Bunu yaparken de yüzünü, içini, yönünü, aklını doğaya çevirmeli…

Demesi kolay! Aşka, sanata, doğaya dair güzel, hisli, dokunaklı, fiyakalı cümleler kurmak iyi de, buna uygun yaşamak çok zor! Niye? Çünkü dünya diye yakında ‘duragan’ olacak bir gezegen var ve biz orada yaşadığımızı sanıyor ya da yaşamaya çalışıyoruz. Haliyle de uyduruyoruz!

Uydurmak mı, nasıl? diyenler olabilir. Yazı buraya kadar yarı uykulu sözcükler, gözkapakları ha düştü ha düşecek cümleler ve insanı fena halde esnetecek, uykusu yoksa da getirecek sözümona felsefi birtakım saptamalarla ilerlerken, ‘uyandırma servisi’ de sayılabilecek ‘uydurma’ bahsine gelince, sanırım görevini de yerine getirmiş oluyor.

Öyle ya, dünyaya uyumaya mı geldik? Hadi uyanın! Büyük uykuya varmadan iyi-kötü bir dünya var, bu dünyada rüya görmek var, “rüyalar gerçek olsa!” diye çalışıp eylemek var, kısacası diyelim, dünya bir yan gelip yatma yeri değildir, hele aşk, aşk hiç değildir! Mülkümüz de değildir! Ne aşk mülkün temeli ne mülk aşkın temelidir, adaletin mümkün temeli olduğu yazar mahkeme salonlarında, ama orada yazmayan bir şey daha vardır ve Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de demiştir: “Adalet dünyanın çatısıdır.”

Öyleyse, aşk da göğümüzdür. Aşkla kanat açar, büyür, yükselir, uçmaya başlarız. Göğü gezeriz, göğü geçtiğimiz de olur. İster göğbakışı diyelim ister gönülbakışı, aşkın bize bir bakışı vardır. Bazen onunla dünyaya bakılır, kuşbakışı. “Ölümün herkese bir bakışı vardır” da aşkın olmaz mı? Denizler, ırmaklar, sular, göğün yeryüzü halleriyse, bahçeler, ağaçlar, otlar, bitkiler, çiçekler de doğanın aşk halleridir. Ve göğünü, gönlünü doğaya açan herkese, bu aşktan bir bahçe, bir meyve düşer. Bir fidan dikmek, bir ağaç büyütmek, bir bahçe olmak da tıpkı bir çocuk yetiştirmek, onunla hem çocuk olmak hem de büyümek gibi uzun, zorlu bir yolculuktur. Bazen geç kaldığınızı hisseder ve acele edersiniz, ama doğanın saati başka. Biz bilmesek de o bizim için çalışır ve gerçek zamanımız odur.

Gökten üç elma düştü! demek masalın sonunu göstermez bence, tersine, aşkı, aşkın filizlendiğini gösterir, ki asıl o elmalar düştükten sonra görün şenliği! Gökten düşen o elmalar ne olur peki? Dediğim gibi masalın aslı da odur, aşk da onun düştüğü yerdir, andır, düştüğü kalptir, kalplerdir. Hevestir.

Heves ile bir olunca göğden düşen elma bazen sır olur, bazen yol olur, bazen har olur, bazen nar olur. Latife Tekin’in Manves City’de dediği gibi, “fakirin evi olmaz, yuvası olur.” Yuvası olanın da göğü olur, yuvası göğü olur, göğü aşk olur.

Heves ile bir olunca bazen de yer gök aşk olur, gönlümüzü aşk doldurur, aşkla bahçeler bağlar kurulur.

Yazının devamını okumak için tıklayın