Erhan Yılmaz
Olga Tokarczuk’un kaleme aldığı Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde temelde ‘meta’ olan doğa ve hayvanları, tekrar ‘canlı’ ve ‘özne’ konumuna getiren, kiliseye karşı eleştirel bir cümle kurabilen, otoriterinin gözünde yok sayılan Janina’nın yeniden varoluş ve yaşamı anlamlandırma çabası olarak şimdiden modern edebiyatın en özel örneklerinden sayılabilir.
Tüm dünyada adından söz ettiren bir yazar olan Olga Tokarczuk, ele aldığı konular ve bunları kavramsallaştırarak kaleme almasıyla dikkatleri üzerine çekti. Tokarczuk’un yaptığı bu önemli yazınsal katkı, edebiyat kamuoyunun çok önemsediği iki ödülle taçlandırıldı. Tokarczuk, 2018 yılında İngilizceye çevrilen dünya edebiyatının en iyilerini seçmeyi hedefleyen Man Booker Uluslararası Edebiyat Ödülü’ne hemen ardından, tartışmalar ve ‘cinsel saldırı’nın gölgesinde kalan 2018 Nobel Edebiyat Ödülü’nü değer görüldü, 2019 yılında da ödülünü aldı.
Peki, bu denli önemli ödüllere layık görülen yazarın hikmeti nerede? İşte bu sorunun cevabını, Olga Tokarczuk’un 2009 yılında yayınlanan romanı, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde’de arayacağız. Eser, geçtiğimiz günlerde, 2006 ve 2016 yıllarında Lehçe çeviride iki önemli ödüle layık görülmüş Neşe Taluy’un çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından okurla buluştu.
Yazının devamını okumak için tıklayın