Ölümünün 35. yılında Yılmaz Güney

Ayşe Emel Mesci

Artık sayısını unuttuğum taşınmalardan birindeydik. Saat ilerlemiş, nakliye şirketinin Karslı çalışanları bir türlü bitmeyen işe söylenmeye başlamışlardı. Bir köşede çerçeveli fotoğraflar yığılıydı, “Aman ne olur, onları dikkatli taşıyın, camları kırılmasın” dedim, yorgunluktan canları çıkmış çocuklar cevap vermeden çerçeveleri sarmaya başladılar, sonra biri bir an durdu, diğerine dirsek attı, “Baksana” dedi.

Yılmaz Güney’in çerçeveli güzel bir fotoğrafına bakıyorlardı. “Abla sen tanıyor musun Yılmaz Güney’i?” diye sordular. “Tanırım” dedim, kısaca anlattım. 20’li yaşlarındaki, yani muhtemelen 1990’lı yıllarda doğmuş o gençlerin gözlerindeki ışıltıyı, yorgunluğu nasıl unuttuklarını, o değişen ruh halini hep hatırlarım.

‘Çirkin Kral’ efsanesi
Bazı insanlar vardır, kelimenin gerçek anlamıyla halk, onları öyle sever ki, hakiki öyküleriyle olduğu kadar efsaneleriyle de yaşarlar. O sevgi halesi onları öyle sarıp kucaklar ki, bu dünyadan ayrıldıktan sonra da o efsanelerin hükmü sürer, hatta bazen gerçek öyküyü gölgede bile bırakabilirler.
Yakın tarihimizin önemli bir dönemecinde, 68 hareketine uzanan bereketli 60’lı yıllardan başlayarak sinemamızda yeni bir çığır açan Yılmaz Güney, böyle bir halk sevgisiyle kucaklanmış ender sanatçılardandı.
“Çirkin Kral” mıydı Yılmaz Güney? Bir kere katiyen çirkin değildi, güzel bir adamdı. Ona takılan “çirkin” lakabı aslında farklılığın ifadesiydi. Dönemin “jön” kalıbının dışındaydı, halk kahramanı tipiydi daha çok. O şekilde sevildi, o şekilde efsane oldu daha yaşarken.

Tanıdığım Yılmaz Güney
Ama benim tanıdığım Yılmaz Güney bu efsanenin dışında bir insandı. O sırada asıl derdi sinema yapmaktı. Türkiye’nin sınıfsal ve insani gerçeklerini sinemayla, evrensel bir sinema diliyle anlatmaktı.
12 Mart döneminden sonra afla serbest bırakılmış, işçi sınıfının içinde yaşayacağım diye Çeliktepe’de bir gecekonduya yerleşmiştim. Daha yirmi üç yaşındaydım. Bir gün Yılmaz Güney’in bir arkadaşı, Ali Aydın Çığ geldi, “Yılmaz Ağabey seni bekliyor” dedi, kalktık gittik. Acar Film’de “Arkadaş” filminin montajı yapılıyordu. Yılmaz Güney, “Emel, gecekonduyu falan bırak, gel Güney Film’de çalış, yapacağımız önemli işler var” dedi. Benim de gecekondu ütopyam böylece sona erdi. Yılmaz Güney’in kafasında çeşitli projelerin yanı sıra, beş önemli film yapmak vardı. “Arkadaş”ın ardından, Romanların hayatını anlatacağı “Cemil” adlı filmi çekmek istiyordu. Sonra bir gün Adana’dan telefon etti. “Ben Adana’dayım, şimdi mevsimlik pamuk işçilerinin hayatını çekiyoruz. Sen de oynuyorsun, yarın uçağa atla gel” dedi. Ertesi gün, “Endişe” filminin çekimlerindeydim.

Yazının devamını okumak için tıklayın