Sabri Gül /Hayallerim ve Yıldızlar Adana’nın Sinema Tarihi

Fotoğraf ilk yazlık sinama Fransızlar tarafından1919 yıllarında ADANADA açılan TERRESSA -halk arasında TERAS sinaması Eski İstasyon cıvarında açılmış. 

(Alıntıdır)Hep anımsarım neredeyse on sinemanın yan yana olduğu ve o küçük ailemizin birinden diğerine koşuşturduğu cıvıl cıvıl Sular Semti’ni. Adana’daki yaşamımın belki de en güzel anılarını oluşturur o canlılık. Birinde film başlamıştır mesela…-Aaaa…Film başlamış! -Eh, o zaman haydi ötekine bakalım… – Şunda Yılmaz Güney’in filmi oynuyor, ona gidelim bence… – Yok yok ona gitmeyelim, ikinci film güzel değil. -O zaman, bakın Bahar’da ejnebi film oynuyor…Hem ikisi de güzel, ona gidelim!.. Acele gişeden bilet almalar…Teşrifatçı eşliğinde içeri girmeler, yer beğenmeler…Bu arada çocukluktan genç kızlığa geçişin verdiği hafif utangaçlıkla çevreyi çaktırmadan süzmeler…Aile bölümünde, en güzel yerde konaklama… Perdeye görüş açısını ayarlamalar… Uzun boylu biri öne oturduğunda yer değiştirmesi için ricalar… Söyleyemediğin zamanlarda nasıl perdeyi göreceğim sancısı…Erken başlayan filmlerden duyulan kakofoni…Film seslerinin adeta yarışırcasına her yandan gökyüzüne yükselmesi. Bu arada pırıl pırıl, bol yıldızlı bir gökyüzü…Film başlamadan ve film oynarken yanından geçen; “- Soğuk ayraaan, meşrubat, kola, gazozzz!… Zaman Gazozuuu…Yok mu isteyen?…” ya da “- Günebakan…Eğlence isteyen?”, “ -Tazze tazze Antep fıstığı, fıstııık, tazze tazzeee…” sesleriyle satıcılar…Annemin ya da babamın henüz otuzlu yaşların verdiği enerji ve canlılıkla; -Bir şey ister misin? soruları… Kızkardeşimin çocuk arabası içinde, arabanın önündeki demire sarılmış o çiçek aşısı izli -henüz küçülmemiş iz, taze ve kocaman!…- kolları, minik elleri…Kimi zaman o demire dizili boncuklarla oynayışı…Meraklı bakışları, keyifli gülücükleri… Benim adeta bir genç kız edasıyla, bir yandan da küçük anne rolünde onunla ilgilenişim vs… Yazlık sinemalarda geçirdiğim gecelere dair o kadar çok fotoğraf var ki dağarcığımda… Belki de zamanla, o sinemalar teker teker elimizden gittikçe, özlemin de etkisiyle olacak, pek çok geceyi de ben besledim, büyüttüm ve süsledim. Ama bir gecede iki sinemaya gittiğimizi çok iyi anımsıyorum. Film başlama saatlerini karşılaştırıp, bir filmi birinde, ikincisini ötekinde seyrettiğim zamanları. Sonra eve dönüşte kurulan hayaller, portakal bahçesi içinde iki katlı dede evinin o geniş damında, cibinlik altında gökyüzündeki yıldızları seyretmeler… Bütün o film kahramanlarımı tekrar tekrar hayal ederdim… Hiç bıkmadan!…Yıldızlar o kadar çoktu ki!…Her gece bir yıldızda buluşurdum onlarla…Özgürdüm…İstediğim yıldızı seçerdim…Ay’ı değil yıldızı seçerdim. Çünkü yıldızlar daha uzaktaydı… Her zaman bana Ay’dan daha gizemli ve büyüsel gelen yıldızlar…Çevre düzenini de ihmal etmezdim tabii…Bir yığın ayrıntı…tüm inceliği ve güzelliğiyle yerli yerine otururdu…Sonra uyuya kalırdım yıldızları yastık yaparak…

Ne çok film seyreder ve ne çok hayal kurardım o zamanlar…Bütün bunları o yılların Adana’sındaki onlarca yazlık sinemaya borçluyum…Artık anılardan günümüze, yani gerçeğe dönmenin zamanı geldi… Nerelerden nerelere geldik dedirten gerçeğe…

Konular…

Gerçekten sinemanın Adana’da çok önemli bir yeri vardır ellili yıllardan yetmişli yılların ikinci yarısına dek. Özgün ve çelişkilerle yüklü karakteristiğiyle sinemamıza elverişli bir kaynak oluşturmanın yanında, Türk Sineması’nda adeta bir yol ayrımı olan Yılmaz Güney sinemasının da beslenip güçlenmesine katkıda bulunan Çukurova ve Adana kentinde sinema çok renkli ve dinamiktir bu yıllarda. Örneğin 1965 yılında yılda 4.191.373 kişi gider sinemaya. Diğer eğlence yerlerini tercih edenlerin sayısı yılda yalnızca 132 707’dir ()1. Ayrıca ellili ve altmışlı yıllarda, yoğun ilgiden ötürü sinemalarda abonman usulü bilet satışının yanında, karaborsa bilet satışına da sıklıkla rastlanmaktadır (2).

Öte yandan Adana çelişkileri ve ikilemleriyle filmciler için çarpıcı bir malzemedir de. Bundan ötürü pek çok senaryoya esin kaynağı olmuş, ülkenin sorunlarını sinema diliyle aktarmada elverişli bir yöre olma özelliğini eskilerden bugüne korumuştur. Belleğimi şöyle bir yokladığımda; Yılmaz Duru’dan “İnce Cumali”, Fikret Hakan’dan “Cennetin Kapısı”, Türkan Şoray’dan “Yılanı Öldürseler”, Erkan Yücel’den “Bereketli Topraklar Üzerinde” gibi filmler hemen aklıma geliverenler.

Yılmaz Güney’in “Umut” filmi bir köşe başıdır sinemamızda. Yılmaz Güney sinemasının ve sinemamızdaki “Yeni Gerçekçilik” ve “Toplumcu Gerçekçilik” etkileşiminin de ilk basamağını oluşturan bu filmde; batıl inançlar ile yoksulluk arasındaki ilişki sorgulanırken, bu olumsuzlukları yaratan Çukurova’daki sosyal, ekonomik koşullar ve çelişkiler sergilenir film boyunca. Yılmaz Güney’in başlayıp Şerif Gören’in tamamladığı “Endişe”de de, yine pamuk işçilerinin zorlu yaşamları içinde geleneklerin baskısı işlenir. Roman ve öykülerine, doğduğu ve yaşadığı kent Adana’yı konu alan Orhan Kemal’den yapılan film uyarlamaları da buram buram Çukurova kokan ürünlerdir. Bu filmlerden en dikkate değer olanlarından biri “Bereketli Topraklar Üzerinde”de (Yönetmen: Erden Kıral) yine pamuk işçilerinin yaşam mücadelesi, işçileşen topraksız köylüler, sanayileşmeyle birlikte gündeme gelen işçi yaşamı konu olarak işlenir. “Eskici ve Oğulları”, “72.Koğuş”, “Murtaza” gibi filmler de Adana konulu diğer film uyarlamalarıdır.

Anımsadığım bir başka Adana filmi de; 7. Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali’nde (Eylül-Ekim 1993) En İyi Film Ödülü alan Memduh Ün’ün “Zıkkımın Kökü”. Bu fimde de bir öykü yazarının penceresinden, çocukluğunu geçirdiği o yılların Adana’sından bir kesit sunulur. Adana koşullarında yaşayan ve tüm yoksulluklarına karşın adeta bir derviş tevekkülüyle küçük mutlulukları yakalamayı başarabilen bir aile ve yazlık sinemalarda çeşitli işler yaparak aileye katkıda bulunurken, sinema merakını da işiyle kaynaştırıp hazza dönüştürmeyi becerebilen bir afacanın yaşamı anlatılır. O yılların Adanası da fon olarak kullanılır.

Salonlar…

Cumhuriyet’in ilk yıllarından yetmişli yılların sonlarına dek vizyondaki en yeni yerli ve yabancı filmlerin tutup tutmayacağı Adana’da belli olur. Bu filmlere ev sahipliği yapan sinema salonlarından en önemlileri: Asri Sinema, Tan Sineması, Alsaray Sineması ve Erciyes Sineması’dır. Sonraki yıllarda yeni salonlar da katılmıştır bunlara.

Seksenli yıllarda, İnönü Caddesi’yle Ziya Paşa Bulvarı’nın kesiştiği noktadaki alanda çok katlı bir iş merkezine yerini bırakmak zorunda kalan o meşhuuur Asri Sinema… O kenarları dantelli pamuklu ya da ipekli mendilleri göz yaşlarımız için yanımıza almayı asla unutmadan, o melodramatik aşk öykülerini bir an önce izleyebilmek için koşuşturduğumuz Asri Sinema…Yalnızca film gösterimi değil, aynı zamanda tiyatro, operet ve halkevi etkinliklerine de ev sahipliği yapmış bir salondur Asri Sinema.

Cumhuriyet Dönemi’ne devroluş öyküsü Türkocakları emlakının satışıyla başlar. 1931 yılında Türkocakları’nın kapatılmasıyla birlikte aynı yıl satışa çıkartılır. Basında çıkan satış ilanı ilginçtir:

“ Senelik icar bedeli 3500 lira olan, Kuruköprü Han kurbu mevkiinde 600 metre murrabaı üzerine mebni, dahilen 1000 kişi istiabına kâfi ve fevkalâde sıhhi ve fenni son sistem sabit sandalyeler ve kanepelerle mücehhez büyük bir salon ve her biri dört kişilik 11 loca ve 150 kişi istiabına göre yapılmış balkon ve muhteşem sahnesi ile, sahnenin iki tarafına karşılıklı 4 oda, sahne altında büyük bir depo, muntazam makine dairesi ve büyük sistem motorize dinamo ve fennin icabatına göre tesis edilmiş apay dairesiyle sesli, sözlü, şarkılı olmak üzere son sistem makinesiyle aspiratörler mücehhez ve haricen büfe, gişe, methal salonu, havi ve son sistem elektrik tesisatı ile tenvir edilmiş su tulumbası ve diğer müştemilatını havi kârgir sinema satılıktır. Müzayede müddeti 20 Teşrinisâni 931-20 Kânunuevvel 1931’dir. Muvakkat ihale günü 20 Kânunuevvel 1931 Pazar günü saat 15’tir. İhale yeri: Şimdiki Halk Fırkası Binası’dır ” (3) .

Bir diş hekimi olan Bedri Bey tarafından satın alınan Türkocağı Sineması’nın, Mayıs 1931 yılından itibaren adı değiştirilerek, o dönemdeki “Batılılaşma ve Asrileşme” hareketinin de etkisiyle “Asri Sinema” adını alır.

Ellili yıllara dek Adanalı’nın sinema anılarını renklendiren diğer bir sinema da “Tan Sineması” dır. Abidinpaşa Caddesi’nde, bugünkü Merkez Bankası’nın yerinde olan bu sinema eski bir Ermeni kilisesinden bozularak sinemaya dönüştürülmüştür. “Yeni Sinema” adıyla da filmler gösterilen bu sinemanın sahibi; bir süre Türkocağı ve Alsaray Sineması’nı da işleten Baki Tonguç’tur. O yılların Tan Sineması ve Baki Tonguç’un sinema anlayışı üzerine gazeteci Yusuf Ayhan’ın verdiği bilgiler dikkat çekicidir: “ Sinemanın medeniyet ve eğlence unsuru olduğunu düşünerek Adana’da gece hayatının doğmasına önem veriyordu Baki Tonguç. Nihayet şimdiki ‘Asri Sinema’nın ‘Türkocağı Sineması’ olarak Türk ocağı tarafından işletilmesine âmil olmuştu. Türk Ocağı Sineması’nın başarısı karşısında, Abidinpaşa Caddesi’nde, bugünkü Merkez Bankası’nın yerinde modern bir sinema kurulmuştu. Adana artık asrilik yolundaydı. Kendi adına açtığı bu sinemada kadife koltuklu localar meydana getirmişti. Halk için güzel döşenmiş parter, temiz bir balkon tanzim ettirmişti. Sinemanın başlama saatine kadar antrakt yapan küçük bir de orkestra koymuştu. Ne yazık bu lüks sinema tutmamıştı ” (4) .

Ener Ailesi’nden Raşit Ener’in sahibi olduğu “Alsaray Sineması” da, Cumhuriyet’in ilk yıllarından yetmişli yılların sonuna dek, Lale ve Elhamra adlarıyla da hizmet verir Adanalı’ya. Özellikle sinemanın isim değişikliği konusunda çeşitli eleştiriler yöneltilir o yıllarda. Bu eleştirilerden biri Yeni Adana Gazetesi’nde Açıkgöz rumuzuyla yazan bir gazeteciye aittir: “ Adana’da bir kahve bolluğu alıp yürüdükten sonra şimdi de sinemacılık bir bolluğa gidiyor. –Asri Sinema, -Yeni Sinema, ……. Sineması. Asri Sinema ile Yeni Sinema’yı anladık. Fakat ‘Elhamra’ deyince hatıra gelen şey Endülüs tarihidir. Ve Endülüs’le Adana arasında koca bir deniz var. O halde Adana’da açılmış olan bir sinemaya ‘…….’ İsmi verilmesinin sebebi nedir? Lale gibi sade ve herkesin anladığı bir isim dururken Lale’yi söküp yerine Endülüs Sarayı’nın direklerini dikmek herhalde meçhulünün halli kolay olamayan bir muadeleye benzer ” (5) . Sonraları “Alsaray” adını alan bu sinema yaklaşık yetmiş yıl süren serüveniyle Adanalı’nın anılarında önemli bir yer edinmiştir.

Erciyes Sineması da 1949 yılında hizmete girer. Sinemanın açılışı dolayısıyla gazeteye verilen ilanda, sinemanın özellikleri konusunda şunlar söylenmektedir:

“ Yalnız Adana’nın değil, bütün Türkiye’nin en modern ve en son sistem tesisatlı Erciyes Sineması 29 Ekim Cumartesi akşamı açılıyor.

En muazzam filmleri Dünyanın En Mükemmel ve En Tabii Sesli R.C.A. Sinema Makinalarından Görecek ve Dinleyeceksiniz.

Sinemayı; 30 Seneden beri Memleketimizin En Büyük Sinemalarını işleten ve Amerika’nın (Varnerbros) (Paramount) ve (Eagle Lion) Gibi En Mühim Film Şirketlerinin Filmlerini Türkiye’de Tevzî Eden Lale Film Şirketi İşletmektedir” (6) .

Ayrıca, Halkevi Salonu olarak 4 Haziran 1940 yılında hizmete açılan ve bugün Büyükşehir Belediye Tiyatro Salonu olarak, çeşitli toplantıların ve meclis görüşmelerinin yanında, hem Adana Devlet Senfoni Orkestrası’na ve bir çok yerel tiyatroya, hem de turne topluluklarına, kısacası her tür etkinliğe hizmet vermekten yorgun düşmüş tiyatro salonunda da, zaman zaman Halkevi, altmışlı yıllarda kısa bir süre varlık gösteren Sinematek Kulübü tarafından, bazen de Sinema Günleri kapsamında filmler gösterilmiştir.

Altmışlı yıllar yeni anayasa ve ardından gelen göreceli özgürlük ortamının da etkisiyle yerli film piyasasının hareketlendiği yıllardır. Sinemada toplumsallığın vurgulandığı ve var olan çelişkilerin gerçekçi bir üslupla aktarıldığı filmlerle, yerli salon filmlerinin, melodramların yoğunlaştığı yıllardır bu dönem. Sinema salonları bu yıllarda hızla çoğalır Adana’da. Artış yetmişli yıllarda da sürer. Ortadoğu’nun en modern sineması olarak lanse edilen Sun Sineması 1966’da hizmete girer. Sahibi yine Ener Ailesi’nden Cahit Ener’dir. “Batı Yakasının Hikayesi” adlı bir klasikle açılışını yapan modern Sun Sineması (7) , doksanlı yıllarda balkonunu yitirmiş durumda hizmet sunmakla birlikte, adeta kötü yazgısını bekleyen bir salon konumuna gelir.

Yetmişli yıllarda merkezde Arı Sineması, Set Sineması, Sular Sineması, Güleröz Sineması, Park Sineması, Arzu Sineması gibi salonlarla birlikte semtlerde de pek çok sinema hizmete girer.

Ahhh… Nerede O Eski Yazlık Sinemalar…

Adana’da iklimin de etkisiyle uzun geçen yaz mevsimleri ve sıcaklar “Yazlık Sinemalar”ı eğlence dünyasının baş köşesine yerleştirmiştir. Gerçekten de seksenli yıllara dek Adana adeta yazlık sinema bolluğu yaşayan bir kent olmuştur. Uzun yaz gecelerinde, Adanalı’nın çoluğu çocuğuyla, eşiyle dostuyla, çekirdek-fıstık-fındık ve soğuk gazozlarıyla vazgeçilmez bir yoldaşı olurken, o yıllarda dışardan gelenler tarafından “garip” bulunan, kent aydınları tarafından da “ilkellik” olarak eleştirilen “Bekarlar-Aileler” ortamıyla, Adana’nın özgün kimliğinin göstergelerinden biridir de bu yazlık sinemalar. Yetmişli yıllarda sayıları 100’ü aşan bu sinemaların çoğu Sular Semti’nde toplanır. Aynı zamanda her mahallede bir sinema bahçesiyle, bugünkü yoz eğlence anlayışının daha aklı başında kaynakları olmuştur bu her biri en az bin kişilik mekanlar.

Yetmişli yılların gazetelerinden derlenilen bu yazlık sinemalardan ve filmlerden aşağıda sunulan bir demet örnek, belki de bize derin bir iç geçirtecek ve dudaklarımızda; “Ah ahh… Nerede o yazlık sinemalar!…” nostaljisine dönüşecektir:

FİLMİN ADI OYUNCULARI YAZLIK SİNEMANIN ADI

-“Söz Müdafaanın” Ediz Hun-Hülya Koçyiğit

“Sabah Olmasın” Ayhan Işık SES

-“Söz Müdafaanın” Ediz Hun-Hülya Koçyiğit

“Sabah Olmasın” Ayhan Işık ESENDAM

-“Sen Bir Meleksin” Ediz Hun-Hülya Koçyiğit

“Osmanl Kartalı” Cüneyt Arkın-H.Aşan EMEK

-“Karaoğlan” Kuzey Vargın

“Yarın Başka Gündür” Hülya Koçyiğit-Murat Soydan NARLICA

-“Karaoğlan” Kuzey Vargın

“Yarın Başka Gündür” Hülya Koçyiğit-Murat Soydan AİLE

-“Kanımın Son Damlasına

Kadar” Yılmaz Güney

“Yusuf İle Züleyha” Cüneyt Arkın-Firüzan BULVAR

-“Fosforlu Cevriye” Türkan Şoray-Tanju Gürsu

“Sen Bir Meleksin” Ediz Hun-Hülye Koçyiğit İSTİKLAL

-“Yaşamak Ne Güzel Şey” Öztürk Serengil

“Kan Su Gibi Akacak” Yılmaz Güney SEMA

-“Ateşli Çingene” Türkan Şoray-Ediz Hun

“Kanımın Son Damlasına

Kadar” Yılmaz Güney HALK

-“Aşk ve Kumar” –

“Orango Ölüm Treni” – ÇAMLI

Baykal Sineması, Renk Sineması, Yavuzlar Sineması, Zafer Sineması, Melek Sineması, Cemalpaşa Sineması, Gar Sineması, Mehtap Sineması Sular Sineması, Denizli Sineması, Köşk Sineması, Dünya Sineması, Venüs Sineması, Site Sineması ve Bahar Sineması gibi daha pek çok sinema eklenebilir bu listeye.

Geriye Ne Kaldı?…

Sinemasal açıdan Adana’da oldukça yoğun ve renkli geçen bu süreç yetmişli yılların sonlarına dek sürer. Ülke ekonomisinin bozulmasına bağlı olarak yerli sinema da krize girer. Sosyal ve ekonomik bozulma ve yozlaşma sinema sektörüne olduğu kadar seyirciye de yansır. Seyircinin ilgisini çekmek için ucuz maliyetli seks filmleri ve şarkıcı filmleri furyası başlar. Başka bir deyişle sinema piyasasında yanlış üzerine yanlış yapılır. Ekonomik bunalımın siyasi bunalıma dönüşmesi, ideolojilerin kutuplaşarak sokak savaşlarına dönüşmesi, bu arada televizyonun yaygınlaşması ve bütün bu kaosun ardından gelen askeri darbe ve sıkıyönetim sinemaya da ağır bir darbe vurur.

Seksenli yıllar; değişen eğlence anlayışı, ülke insanına giydirilmeye çalışılan yeni siyasi ve ekonomik kimlik ve yavaş yavaş yok edilen ya da iş hanları ve iş merkezlerine dönüştürülen kışlık salonlar ve birer ören yerine dönüşen o güzelim yazlık sinemalar. Bir bakıma, bir dönemin kapanıp başka bir dönemin açılmasına tanıklığın en açık göstergesi olan, yok olmaya yazgılı sinema yaşamı. Yazgısına boyun eğer çaresiz!… Bugün ise Adana’da birkaç kışlık sinema salonu, içinde en fazla birer yüz kişilik küçük salonlarıyla hizmet veren birer mekan haline gelir. Bu sinemalar; Metro Sineması, Arı Sineması, Özen Sineması ve Sun Sineması’dır. Hiper ve Süper Market kültürünün yansımalarından Carefour ve Real alışveriş merkezlerindeki sinema salonlarını da unutmamak gerek.

Ülkemizde, sinemanın alt yapı ve politika üretiminde yaşadığı tıkanıklığın yanında, dev Amerikan şirketleriyle rekabet edebilmenin güçlüğü, medya ve bilgisayar teknolojilerinin gelişip yaygınlaşması, ekonomik koşulların çalışanların ücretlerine ve bilet fiyatlarına olumsuz yansıması gibi nedenlerin Adana’daki sinema yaşamının soluğunu daralttığı söylenebilir. Tüm parlak sinema geçmişine rağmen… Yine de, sinema severlerin zaman zaman düzenledikleri sinema günleri, uzun bir aradan sonra yeniden yaşama geçirilen Altın Koza ve münferit filmlerin topladığı seyirci potansiyeliyle sinema yaşamını canlandırma çabaları sürmektedir Adana’da da.

Tüm bu çabalara karşın hâlâ ve de ısrarla şunu söylemek geçiyor insanın -ya da benim- için(m)den Adana’daki sinema yaşamı için:

– Ahh… Nerede o eski yazlık sinemalar…Nerede hayallerim… Nerede o bol yıldızlı gökyüzüne yükselen film sesleri!…

Nerdee… Nerdeee!…

Doç. Dr. Nurhan Tekerek 

Zafer DorukDuran Aydın paylaşımından 2011 yılındaki bu metni almış saklamıştım bu güne nasip oldu teşekkürlerimle.Sabri Gül — Ahmet Tülün ile birlikte