Babamın işi gereği iki yıl kadar Adana’da yaşamışız… ilkokula başlayana kadar soranlara Adanalı olduğumu kostaklanarak söylerdim, Ankaralı aileme komik gelmiş olmalı ki, bunu gülerek anlatırlar… Adana hafızamda her zaman tatlı bir yer olarak kalacak, zaten mutfağını severim, o sıcakta yaşayamam ama uzaktan uzağa daima cilve yapacağım … Kalp kalp…diyorum her defasında…
Adana’yla ilgili, yazıya vesile olan “dehşet” bir hatıram var, bunca sene sonra, hele ebeveyn olduktan sonra daha iyi anlıyorum, bizimkilerin “aklını çıkartacak” garip ve korkutucu bir “halt” etmişim… En fazla üç yaşındayım, bizimkilere kızıp ben Ankara’ya, dedeme gidiyorum diyerek gizlice evden “kaçmışım”. Annem, komşularda dolandığımı, evden eve girdiğimi düşünüyor, ablalardan, teyzelerden biri beni almış sanıyor ama bir bakıyor “yokum”. Beş dakika önce ortada olan çocuk yerle yeksan olmuş… Bütün sokak, başlıyor beni aramaya… yok yok…Perişan oluyorlar.
İnsanın altı yaş öncesini hatırlaması esasen mümkün değil… Hatıra dediğimiz şey de kolaylıkla eğilip bükülüyor, konuşmalardan, benzer hikayelerden, rüyalardan, telkin ve uyarılardan, edebiyattan ve sinemadan illa ki etkileniyor. Bu kaçma hikayemi hatırladığımı iddia edemem ama yıllar içinde anlattıkça, evde konuşuldukça bölük pörçük de olsa “hatırlamış” gibi “lafazanlık” edebiliyorum. Evet, lafazanlık ve hikayecilik…
Loftus, “sahte hatıra” diye bir kavramsallaştırma yapar, hatırladığımızı sanırız, o olayı yaşamasak bile -pek çok başka hatıradan kopyalayarak- teferruatla anlatarak “uydurabiliriz”. Psikolojide geçen bir adlandırma “sahte hatıra”. Galiba ben de bunu yapıyorum ya da anlata anlata pekiştirdim, hatırlamasam bile o tekrarla “hatırlar gibi” car car hikayeleştiriyorum.
Tren yolunda yürüdüğümü, rayları izleyerek bir istasyona vardığımı, bilet almaya çalıştığımı, memurların bana bilet satmadığını, aynı yolu izleyerek eve geri döndüğümü anlatabilirim. Ama mesela şu fasıl hiç yok, eve döndüğümde etraftaki insanların ve annemin sevincine dair bir resim anımsamıyorum… Ben bunları anlatırken annem heyecanla neler hissettiğini anlatıyor ilave olarak, o yüzden yok galiba… Birbirimizin hikayesini tamamlıyoruz…
Yanımda mahalleden bir çocukla bir serüven yaşamışım…Hepi topu üç dört saatlik bir “kaybolma”… Sahiden bunları yaptım mı, yoksa kaçma hayaliyle bir yerlerde dolandım da en fazla üç yüz metre uzağa mı gittim hiç bilemeyeceğim, ne desem boş…
Tabii şu oldu, hadiseden sonra (çocuk özledi diyerek) Ankara’ya dedeme gittik…Onu görmeyi çok istediğimi, döne döne giden yolun bir türlü bitmeyişini filan… evden kaçma hatıralarımın bir parçası gibi aklımda tutuyorum.
Bir psikolog arkadaş, benim bu kaçma hikayemi, kişiliğimin oluşumundaki temel taşlardan biri olarak görmüştü de onu ciddiye almamış, “portakal ağaçlarını hatırlıyorum da şalgam filan sanki hiç görmedim” diye bir cevap vermiştim.
Yazar dediğin yalancıdır, uydurur…