Sanat tarihinin dramlarından süzülüp gelen film – Atilla Dorsay

Hikâye değişik ve zengin açılımlar içeriyor: zıt ve çelişkili yaşlar, dinler, sosyal konumlar, kültür düzeyleri. Bol insancıl malzeme, bol yaşam dersleri fırsatı, bol dram, hatta melodram… Peki film tüm bunları en iyi biçimde değerlendiriyor ve tüm beklentileri karşılıyor mu?

Öncelikle, adı çok tartışmalı bir film. Film bir romandan uyarlanmış. Gerçek ismi Roman Kacew olup Kazak bir anne ve Yahudi bir babanın oğlu olarak doğan Romain Gary’nin zaman zaman kullandığı bir takma isim olan Emile Ajar adıyla yazdığı La Vie devant Soi – Önümüzdeki Hayat adlı romanı. Ama bu ad özellikle Anglo-Saxon (Amerikan ve İngiliz) çevrelerde Madame Rosa olmuş. Bizdeyse belki en güzeli olan Onca Yoksulluk Varken… Gelin de işin içinden çıkın…

Ayrıca Romain Gary’nin Fransa’nın en ünlü edebiyat ödülü olan Goncourt’u bir kez gerçek, ikinci kez ise takma adıyla iki kere alan tek yazar olduğunu belirtelim. Bu isim oyunu sayesinde iki kez elbette… Ayrıca onun yakın zamanda Seberg adlı filmde izlediğimiz Jean Seberg’in eşi olduğunu da belirtelim.

Roman 1977’de Fransa’da filme alındı. Efsanevi oyuncu Simone Signoret’nin büyük katkısıyla… Ve film o yıl en iyi yabancı film Oscar ödülünü aldı. Ben filmi zamanında izleyemedim. Ama sonraki bir sahne oyununu izlemişim 2012 yılında… Ve şöyle yazmışım: 

Bizdeki tiyatro çeşitlemesi

“Tiyatro Kare’nin Profilo sahnesinde Emile Ajar’ın La Vie Devant Soi – Onca Yoksulluk Varken’ini izledim. Bilenler bilir; Ajar, Fransız yazar Romain Gary’nın takma adıdır, kimi romanları için bu adı seçmiştir. Ve eşi, ünlü oyuncu Jean Seberg’in gizemli ölümünden yıllar sonra, tabancayla intihar etmiştir. Sanat dünyasının gizli olayları, kederli anıları…

Neyse… Bu romandan uyarlanan film de, özellikle Simone Signoret’nin oyunuyla belleklerimize yerleşmiştir. Tüm bu anılarla gittiğimiz oyun, Paris’te ailesiz küçük çocukları bakıp büyüten eski fahişe, Yahudi Madame Rosa’yla Arap çocuğu Momo’nun ilişkileri üzerine…

Doğrusu ilk yarıda pek tatmin olamadım. Rüçhan Çalışkur kuşkusuz çok iyi oyuncuydu ama emsalsiz Signoret’yi unutturamıyor muydu? Momo’da Rami Çakır da çok iyiydi ama sanki hayalimizdeki (ve romandaki) kıvır kıvır saçlı, cin gözlü Arap veledi değil miydi?

Ama özellikle ikinci yarıda tüm bu kaygılar dağılıyor, itirazlar susuyor. Çünkü roman/oyunun temel bildirisi, dolayısıyla gücü tüm görkemiyle ortaya çıkıyor. O yaşlı Yahudi ile gencecik Arabın dostluğu, elbette dünyayı kurtaracak değil. Ama en azından bu yolda, diyalogun, anlaşmanın ve barışın kurulması yönünde bir umut vermiyor mu?

Bu güzel romanı çeviren Vivet Kanetti, yöneten Nedim Saban ve olgun Momo’yu canlandıran Gökçer Genç de kutladıklarım arasında.”

Yazının devamını okumak için tıklayın