Evvel zaman içinde, sadece kâğıt üzerine envaiçeşit kalem veya daktiloyla döşerdik kelimeleri. Düşüncelerimizin ruhunu ilkin onlar okuyup öğrenirlerdi. Sırdaştılar, hatalı bulup sildiklerimizi mahrem bilir, belli etmezlerdi ele-güne, dosta-düşmana. Yazanların-çizenlerin ağacında bazen defter, bazen teksir kâğıdı, bazen parşömen adlarıyla bilinirdi sayfa da denilen o yapraklar, dalgalar… Ben, hayatımın yazıya dair yaklaşık kırk yıllık dilimini sadece böylesi malzemeler kullanarak varsıllaştırdım. Bu bağlamda kâğıt, kalem ve mürekkep kokusunu alışkanlık edinip her daim sevdim.
Sonra… Teknoloji gelişip bilgisayar icat olunca mertlik bozuldu. Tabi yazıp, çizip, bozma, yeniden dizme ve paylaşma işinin kolaylığını belleyince, sürekli gelişerek yenilenen bu teknolojik platforma katılanlar arasında yer almayı seçtim. Böylece, klavyeyi daktilo tuşu ettim, bilgisayar ekranını kâğıt. Şimdilik işin kolayındayız. Bekleyelim bakalım ve görelim, yarınlar nelere gebe. Sanırım, tamamen dijitale dönüşecek bir dünya bizi veya bizden sonraki nesilleri kucaklayacak.
Neyse ki, eskilerden birkaç malzeme eskimeyen özellikleriyle şimdilik dünyamızın dönüşüne ayak uydurmaya devam ediyor. Hâlâ tuvalin dokusu, kalemin çizgisi, boyanın lekesi ve fırçanın sürülgenliğiyle dolaşıyoruz sanatın içinde.
İyi ki de dolaşıyoruz yani… Ya onlar da hızla gömülmeye başlasalardı tarihe, ne olurdu giderek çözülmekte olan kuşak bağımız?
***
Kayseri’de doğmuş Nursel Yıldırım… İlk gençlik yıllarının önemli bir kesitini Kadirli’de geçirmiş. Ankara Gazi Eğitim Fakültesi’nde aldığı eğitimin ardından, o dönem hiç istemese de, sınıf öğretmeni olarak çalışma hayatına atılmış. Fakat, zamanla öğretmenliği de öğrencilerini de çok sevmiş. Evlatları Diva ve Arda’yla birlikte mutlu bir aile yaşantısı sürdüren Yıldırım, sanata ve hayata dair duygularını, düşüncelerini şu sözlerle anlatıyor:
“Sanata olan ilgim, ailesel bir kültürün mirası gibidir. Saz çalınan, türkü söylenen bir yuvada büyüdüm… Her gün evimize gelen gazetelerin kitap kuponlarını kesip biriktirerek, kitaplığımı oluşturmaya başladım. O vakitler, mahallemde üniversite okuyan abi ve ablalarımın peşlerini bırakmazdım. Toplumsal duyarlılığımı eyleme dönüştürerek mutluluğa erişirdim.”
SANAT HAYATI BAŞLIYOR
“Yurtdışı ve yurtiçi gezilerimde, sanatın kokusunun geldiği her yere aktım… İçimde biriktirdiğim resim aşkım, gecemi gündüzüme katarak ipimden kopmuşçasına dörtnala koşar gibi tuvallerle boyalar içinde bir yaşam kurmamı sağladı.
Fotoğrafçılık, ortaokulda işim, şimdilerdeyse gözüm oldu. Resimlerimi genelde, objektifime takılan karelerden esinlenerek yaparım. Çünkü, o fotoğraflar çekilirken ben de içindeyimdir. Kareyi tuvale aktarırken de gözüm ve duygularım birbirine yol göstererek yürürler.
2 kişisel resim sergisi açtım, 10’larca karma etkinlik projelerinde bulundum. Şu an bir kişisel sergi daha açacak kadar yeni resmim bulunmaktadır… Tablolarım ciddi oranda satılmaya başlayınca en çok ben şaşırdım. Sevdiğim, beni mutlu eden bir uğraşta para kazanmak ilk sergimden itibaren bana güç kazandırdı.
Sürekli desen çalışmak için, çantamda sürekli defter ve kalem taşırım… Heyecanlı, araştırmacı, çalışkan aynı zamanda bir arada çok şey yapmaya çalışan dağınık biriyimdir. Aklımdan çok kalbimle hareket ederim. Onun için de doğaya, çocuklara ve hemcinslerime bağlıyımdır, onların yanında olmaya çalışırım. Samimiyet ve sevgi bana yeter de artar bile.”