Kısa olsa da memleket özlemini gidermeye iyi geldi Adana yolculuğu. Annemi gördüm; maşallah çok iyi gördüm, amcamı, yengemi ve iki kuzenimi gördüm, teyzeme ve enişteme uğradım.
Adana’nın sıcağı zaptedilmez bir özgürlüğe sahiptir; eve çıkan mermer merdivenlerin derz aralığından fışkıran çiçekler, biberiye, reyhan, ne kadar kıymetli olduğunu şehrin bilmediği kapari çalısı… Hamam gibi olmasa nereden gelecek bu bereket?
Güzeller güzeli Derya’nın çocukluğunu biliriz, şimdi yazlığın lokantasını işletiyor, onun elinden patates balığı da yedim. Oh, pek güzeldir. İncecik kızartılmış patatesler, bol ekşi, sarımsak, kırmızı biber ve maydanoz bir tabağa yayılırken herkesin aklına nenesi gelir. Tamamen yöresel bir lezzet. Dedim Derya; bu çıtır hali nasıl başarıyorsun? Ruffles patates bunlar, kilosu 30 lira, lokantalar bundan şaşmaz, dedi. Hıııı! Tamam!
Bir ilk; kebap yemedim. Sarmısaklı Köfte ve Tava istedim. Köyümüz Terliksiz’den kara boncuk gözlü ve çalışkan Hatice Sultan, hem karnımızı doyurdu hem de uygulamalı olarak nasıl yapıldığını öğretti, çekim yaptım. Hatice üç bardak ince bulgur koyuyor tepsiye, annem hayır hayır; dört olsun, kısmetlisi çıkar, birinde sağa sola gide gide bize ne kaldıydı diyor… Burası Adana! Misal; ister bir kişilik, ister on kişilik olsun kebap siparişi o masa yeşilliklerle, anında hazırlanmış salatalarla donatılacak. Görmeyenin, o ânı yaşamayanın hayal edemeyeceği bir gönül zenginliği anam babam usulü öğretilmiş Adanalıya; bu hâl onun gündelik hayatı ve başkası aklından geçmiyor.
İlter Korkmaz’ın ziyaretine gittim, iki kısa görüşme. Eşi, akrabam Fehime Abla’nın yaptığı salepli- salep bize özel olarak her yıl gelir- dondurmayı yerken, İlter Amca’nın Adana’da Çocukluk Yılları ve Bir Şehrin Sosyolojik Manzarası üzerine yazdığı metinleri gözden geçirdik. Yazdıklarını anlatırken duyduğu heyecan, metinlerini okuduktan sonra duyduğum heyecanla birleşince gelecek günler için konu başlıkları üretebildik. Bir dönemin tanıklığını gözlem yeteneği açık bir anlatıcıdan okumanın tadını yaşayacağız.
Son gün, her zamanki gibi zamanın akışını unuttuğumdan az daha uçağı kaçıracağım gibi geldi ama hava sıcak ya; her şey ağır, sakin, minibüs ağır ağır yol aldı Karataş’dan Adana’ya, inerken; ‘usta türküler çok güzeldi; hangi radyo bu?’ dedim; kişiye özelmiş, kendi hazırlıyor, müşterisine dinletiyormuş, öylesine güzel Bektaşi Deyişleri’ydi ki elimdeki kitabı çantama koydum ve kulağımı sese, gözümü akan yeşillere bıraktım. Neyse ki iki saat gecikmeli kalktı uçak. Ben o arada, buzun arasından çıkarılmış iki hint incirini mideye indirdim, tatmamış olanlar için üzülüyorum. Annem bana bir kışlık börek çorbası hazırlatmış; onu da uğrayıp çantaya sığdırdık. Taksici Kozanlı bir delikanlı, elimdeki her şeyi Pegasus görevlisine kadar taşıdı. Selanik muhaciriyiz abla dedi. Aslan Oğlum dedim.
Bekleme Salonu… İki kez gecikme bildirildi. Ben önce soluma döndüm. Esasında ben yaşlarda ama ben o anda kendimi göremediğimden ihtiyar sandığım bir adam oturuyor yanımda. Büyük bir acı sebebiyle gelmiş Adana’ya. Amerika’da çalışan yeğeni bir kazada… Bacımın oğlu… Sabır diledim. ‘Kendisi, İstanbul’da ‘servis çekiyormuş’, tüm sülale yabancı ülkelerde çalışıyormuş. ‘Hepimiz bir yere dağılmışız; işte bacım Adana’ya gelin gelmişti, o burada. Ben İstanbul’dayım, gençler Almanya’da, Amerika’da.. Türkiye’nin en büyük şelalesi Muradiye’dir, biz o şelalenin aktığı yerde doğmuşuz; Vanlıyız. Kedimizin bir gözü yeşil, bir gözü mavi, her evin kıymetlisi… Ahmet Bey, anlatıyor, Van Gölü’nde canavar yok diyor. Suyu acıdır, tuzlu ve sodalıdır, sulamada kullanılamaz. İnci Kefal’i meşhurdur, çok lezzetlidir, bol havyarlıdır. Yemeden ölme! Her taraf kalelerle çevrili, kazdığın topraktan Urartu fışkırıyor; ama ne? Kıymet bilen mi var?
Ben Ahmet Bey’in anlattıklarını yazıya kaydederken, sağ yanımda oturan dört çocuklu ‘ve vallahi gencecik kadın’, ‘iyi denk geldi!’ dedi de sağıma döndüm. Uzun, dalgalı kızıl saçlar, çok güzel bir kadın Selda. Zeydan Karalar ile aynı köydenmiş, Havutlu. Biz kebap yemek için bir yere gitmeyiz, anamız alâsını yapar diyor, salatalar gençlerin görevi. Selda, dolmayı nasıl? Dolmada kuyruk yağı kullanırız, lezzeti o verir, soğan yok, nohut var, gerisi aynı sizin usul. Eşi ve kayınbiraderler Suudi Arabistan’da lokanta işletiyormuş, o çocukları Adana’da büyütüyormuş. Hasret zor ama sık sık çocukları alıp eşimin yanına gidiyorum, bu yolculuk da onlardan biri işte, diyor. Bizim bir üç saatimiz daha var kavuşmaya. Şimdi sen oraya gidince saçını kapatacaksın; öyle mi? Hayır, yeni kral her bakımdan gençten bir adam, saçımız açık geziyoruz. Babasına benzemiyor bu.
Büyük kızı İngiliz Edebiyatı ve Dili mezunuymuş. Kanada’ya gitmek için dil sınavına girmiş, maşallah vermiş- Selda kızıl bukleli saçını savurarak anlatıyor- yolculuk yakınmış. İki büyüğümden derdim yok, yollarını buldular. Fakat dedelerine anlatamıyorlar. Dedeye ‘onlayn’ işin ne olduğunu anlatıyorlar, anlatıyorlar ama kayınbabam nasıl olur diyor; siz kalkıp işe gitmiyorsunuz, evde oturarak iş mi yapılır?
Uçak da keyifli, serindi. Birer serinletici bir şeyler havaya fısfıs damlatılıyor, hostesler gayet şık, Selda geleceğe dair umut saçıyor, 24 delikanlı Hatay’da kurdukları elektrik işinden dönüyor, uçağın kahramanları…
Ve bana delikanlılardan yardım, destek. Sevdik seni abla diyorlar. Bavulumu alıyorlar. Ben onlara sırtımı dayadım ya; bakmıyorum bile. Servise biniyorum; on beş dakika sonra Pegasus arıyor, yanlış bavul. Olsun! Hallettik gitti. O da kadın dayanışması. Bir avukat kadının bavulunu alıp yola devam etmişim. O Şişli, ben Etiler, yarın bir gün buluşsak dedim; sabah dokuzda duruşması varmış, dosyalar bavulda. Gece üç. Konum attım, evime geldi, bavullar değiş tokuş, özür ve telafi zorunluluğu. Saat dört; uyudum. Sabah sekiz uyandım. Mis gibi bir uykuydu. Yanımda her zamanki gibi çeşit çeşit bitkiler yeşiller getirdim.
Herkese geçmiş olsun!