Saniye Akay Demirel, Eski Adana Sıcakları , Eski Adana Yaz Ev Halleri

‘86’dan bu yana İstanbul’dayım; bu kadar bunaltıcı bir sıcak görmedim. Market alışverişi ve zorunlu işler dışında evden çıkmıyorum. Dün iki adım ötedeki sağlık ocağına bir şey sormaya gittim, o kadar çok şikayet etmişim ki doktor hanım peki ben ne yapayım? Bugün 125 hasta baktım dedi de utandım. Sizin hakkınızı ne yapsak da ödeyemeyiz doktorcuğum, kusuruma bakmayın, dedim, yaş altmışı geçince bir şey oluyor insana. Eve döner dönmez soğuk duş. Bu arada Avusturya 18 C, İngiltere 11’i görmüş.
Eski yılları hatırladım. Adana’da geçmiş çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı. En büyük eğlencemiz hortumla dans etmekti. Kafamdan aşağıya hortumu sallayıp bu törene alkış tutmuşluğum da var. O yıllarda parke nadir evde olurdu, demek ki şehrin iç mimarlarının bir bildiği varmış! Yerler karo kaplanırdı. Küçük tuvaletin musluğuna hortumu takar, usul usul hareketlerle evi yıkardık. O zamanlar küçük tuvaletler alaturka olurdu; bu suyun tahliyesini kolaylaştırırdı. Çekçekler yoktu. Su en geriden eldeki bir havluyla toparlanır, şıpıl şıpıl havlu bir kovaya sıkılırdı; git gel, sık, git gel sık. Tabii yorulurduk, şıpır şıpır ter … ama duş almadan önce bir buzlu kola ya da varsa limonata içerseniz yorgunluk aklınızdan siliniverir. Duştan sonra içerseniz ferahlık vermez, giyinene kadar yine terlersiniz.
Adanalının evinde yazın serili tek bir halı, tek bir kilim göremezsiniz. Üstünüze üstünüze gelir. Şehir alışkın olduğu yaza hazırlanır. Nilgün! Telefon açarsınız; yarın ikindi vakti gel de oturalım, Sema’ya da haber ver mi dediniz kuzeninize; ben gelirim de Sema gelemez, yarın halıları kaldıracak, der mesela Nilgün.
Halı Kaldırmak neredeyse bir ritüel Adana’da -madem ki serinletiyor, ferahlatıyor, kutsal bir yanı var- ve yüz yıllardır sürdüğünü olur olmaz hikayelerden biliyoruz; misal; nenemin halıları kaldırdığı gün kardeşinin haberi gelmiş! Bu şehrin insanları için bir zaman göstergesi, kardeş acısı yaşamış nene. Halıların kaldırıldığı gün evde yoğun bir naftalin kokusu olur; bir iki gün buna dayanacaksınız. Sabahtan halılar silinir ya da sildirilir. Eski bir Adanalı deyişi ‘yapan da bir, yaptıran da bir!’ der ama emeği yok saydığı için değil, ‘bir işi yaptırmak için nasıl yapıldığını bilmelisin,’ diye bir ders vardır bu deyişte. Bir kullanmada kaçan ten rengi kadın çoraplarından makinada şöyle tutunca ele gelen bir bez oluşturulur, beyaz sabunda köpürte köpürte halılar silinir. Evin balkon kenarına atılır, bir saatte kupkuru. Akşamüzeri salona serilir, biraz naftalin, iki kişi birer uçtan sımsıkı sarmaya başlar halıyı. Sardık bitti mi? Kimi gazetelerle, kimi, daha titiz ve görünüşe de bakanlar, Amerikan bezinden bir kılıfla yeniden sarar. Dik olarak bir zavallının odasına dip dibe koyulacak ve yazı böyle geçirecek yün halılar.
Peki perdeler? Adana’nın sıcağında göz kadife perde görmekten huylanır, kadifeler bedenini sarıyormuş gibi boğulur. Tül perdeler de araya karışır, onları da yıkar kaldırırsınız. Şimdi yok ama vaktiyle Sümerbank’ın, Güney Sanayi’nin yazlık, desenli, ifil ifil perdelikleri vardı, pencerenin alt camı hizasında diktirilir, onlar takılırdı.
Sema Serin’in çaya gelmediği kadar var! Daha bitmedi. Salon ve oturma odasındaki bütün kanepe ve koltuklar, büyük yemek masasının etrafındaki sandalyeler kirekör pamuklu bir kumaştan diktirilmiş yazlık kılıflarıyla kaplanır.
Allah bizi kahretmesin; bütün bu işin üstüne canımız Adana Kebabı çeker; soğanlı, sumaklı, yanında Adanalının deli cömertliğiyle sunulan yeşillikler. Vallahi canım çıktı diyen karısının bir sözünü ikiletmeyen Yücel Serin’e de hemen sultanım demek düşer. Şalgam, ayran? Yok şalgam almayayım; hararet yapar!
Selam olsun Adanalıya! Selam olsun yazıdan el sallayan sevgili canlara!