Biz, mistik şark çocuklarına, şarkının melodisi değil de,
Sözleri anlamlı gelmeğe başladıysa, korkun.
Hem de yıllardır dinlediğiniz o bilinen şarkının,
Yüzlerce kez tekrarladığınız o bilindik sözlerini,
Kendi hikayenize yamama gafletindeyseniz, yandınız.
Öyle yandınız ki, artık sizin için tek çıkar yol:
‘’Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım”dır.
Bir insana yalnızlığı bu denli güzel anlattıran,
Belki her insanın keşfetmesi gerekeni vurgulatan,
Bu sözler acaba beni mi anlatıyor dediğinizde,
İyice melodinin sesi kısılır, derde düçar olunur.
Sonrası ‘’uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa,
Gözünün yaşını Hisara doğru yüzdürmek’ falan ki, fecaat.
Dene dene benleri sayabilen, Zühtü’ye yanabilen,
Koyun gibi sevgilisine kuzu gibi meleyebilme modunda,
Melodi zaten size sadece kenar süsüdür artık.
Hatta sizi zaten sevmeyen birine “Sevme Beni”,
Sizi çoktan unutmuş birine “Unut Beni”,
Mezarlığın yolunu bilmeyene “Kabrime gelme, istemem’’
Diyecek kadar alıklaşabilirsiniz.
Entelektüel beyniniz ve yılların hayat tecrübesinin,
Kontrol edemediği bu durum öyle felç edicidir ki,
Söz alır gider şarkıyı, çalgısız bile mırıldanır zehiri içen.
Şark mistisizminin çıkmazı sözün müziğe hegamonyasıdır…
●●●●○○○○●●●
Peki söz hakikaten o denli önemli midir?
Klasik müziğin gelişmiş toplum ve insanlara mal edilmesi,
O kadar çok sesin aynı anda ve üstelik söz olmaksızın
Benzer hisler oluşturmasındaki algılama farkındandır.
Size bizzat emredilen koş bana, sev beni, uçur beni ile,
Yarım yamalak hissedilebilen doğayı,
Vivaldi’nin dört mevsiminde, Rachmaninov’un violininde,
Ayrıntılı hissedebilen bir kulağa terfi edebilirseniz,
Vay halinize ki vay, mistisizmden gerçeğe macera başlar.
Kulağınızın kepçesi, salyangozu, zarı farklı değildir hani,
Ama Simon & Garfunkel söylerken, arkadaki müzik,
En az ‘ April Come She Will’ deki sözler kadar nettir.
Bizim kuşak kadife seslere, enfes melodilere aşıktır.
Söz ile müzik arasındaki düello batıyı da geriyor şimdi.
Artık yeni batı müzik akımlarının laf salataları da,
Tamamlanmamış kesik ve yarım cümleleri de,
Hatta bilgisayardan çıkma kıyılmış sesi de bize uymuyor.
Şarkıların nostaljik yemek borusu yakmalarına,
Ya da kırık hayallere gark etmesine alışığız yani.
Sözün özü , şarkılarda kendimizi, ruhumuzu arıyoruz…
●●●●○○○○●●●
Şarkılar da zaten hep seni, beni ,bizi söyler,
Daha fazla anlayabilelim diye hayatı, içten söyler,
Güzel söyler incitmez ve güzele söyletir kendini.
Amacı, yaşama derdindeki insan evladına,
Tınıyla ruhu hissettirmek, sözle onu silkelemektir.
Ruh ve bedenin birlikteliği gibidir söz ve müzik.
Ne mistik doğunun müziği bastıran canhıraş sözleri,
Ne gelişmiş batının müziği de sözü de canından bezdiren,
Teknoloji uydurması remiksleri beni silkelemiyor dostlar.
Laf mı, tını mı demeden, tınıyla lafı, o lirik sözleri,
Aynı anda hissedebilen bir boyutta yaşadın mı işte,
Değme gitsin oluyor hal.
Akıl veriyor, destek oluyor, sırt sıvazlıyor şarkılar.
Ve bir gün geliyor, her yaşadığını bir şarkıyla eşliyorsun.
Çünkü bir gün mutlak düşünmeye, tefekkürde kalmaya,
Ola ki hissetmeğe değer bulduğunda yaşamı,
O sana zorla düşündürüp, hissettirmeden,
Dinlemekten hiç bıkmayacağın şarkılar oluyor zaten.
Aynen ölümü “dönülmez akşamın ufkunda,
Geç bir vakitte hem de son fasılda hissedip,
Yaşamının nasıl geçmesi gerektiğine
Artık karışmayan adamın pişmanlık şarkısı gibi…
“Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç,
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.”