Uygarlığın, yerleşik kültürün orijini Şattü’l-Arab’dır. Apsis ve ordinat eksenlerinin, Fırat’la Dicle’nin kesişme noktası: Babil, Irakeyn, bütün bir Mezopotamya.
Mezopotamya bir kavimler kapısıdır, bir “Şark pazarı”. İndus-Nil kültür kuşağının bir koordinat düzlemi. Vere Gordon Childe’a göre, ilk uygarlıklar (Arî/Hint, Sümer/Babil, Mısır), aynı zaman diliminde, benzer iklim özelliklerine sahip büyük nehirlerin (İndus, Şattü’l-Arab, Nil) vadilerinde doğmuş, uygar insan imgesi zamanla Anadolu’ya, Avrupa’ya taşmıştır. En önemli yapıtı sayılan Doğu’nun Prehistoryası bu uzun yürüyüşün bir fezlekesidir.
Vere Gordon Childe “[Söz konusu vadiler] 25. ve 35. enlem arasında bulunan kara şeridi üzerindedirler ki bugünkü dünyada bu bölge en sıcak ve en kuru iklim bölgesini teşkil eder,” der (Çev. Şevket Aziz Kansu, 1946): “Mısır, Sümer ve Pencap, az çok mütemadi ve çöl tabiatında ve tabiatiyle bariz arızalarla kesilmiş bir platoyu kat’eden daimî büyük nehirlerin vadilerinde yayılırlar.”
Şattü’l-Arab’ın iki kolundan biri Fırat’tır. Antep’e, Urfa’ya çıkar, dünyanın ‘sekizinci harika’sı sayılan Zeugma’ya. Kıyısında, kayalıklarda nesli tükenmeye yüz tutmuş kelaynaklar yaşar. Fırat denildikte ilk aklıma gelen Attilâ İlhan’ın “fırat rüzgâra karşı aktığı zaman”ıdır (Ben Sana Mecburum, 1960):
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
suyun yüzü telâşlı bir korkuyla ürperir
atmaca kayalıklarında poyrazın yalçın soluğu
dökülür sığırcıklar
çıplak kavaklardan
tortop olmuş
simsiyah ve ufacıktırlar
içimsıra sonbahar garipliğinin ağır yorgunluğu
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
sessizce kendi kendime ağlayasım gelir
nedense kim bilir
Öbür kolu Dicle’dir, diğer adıyla Tigris, bir diğer adıyla Ceyhun. O, her daim rüzgâra karşı akar. Diyarbakır’a,lav sahanlığına çıkar, Yukarı Mezopotamya’ya. Belki söylemek bile fazla: Çıkmak/akmak fiillerinden kastım kültür/edebiyat edimleridir, bizzat şiirdir. Bu nehir koylarında, koyaklarında, leb-i Dicle’de yazılan şiir…
Gerçi Osmanlı hep sırtını dönmüştür Şark’a. Cumhuriyet Türkiyesi de değil Şark’a; değil Ortadoğu’ya; Kuzey Afrika’ya, Osmanlı’ya bile kapamıştır imgelem kapılarını. Kadim nehir izleğini sürmek olanaksızdır bugün. Zap’ı, Dicle’yi, Fırat’ı aruza, heceye vurmak. Örnekler ortada. Kürt/Arap kökenli şairlerimize, Ahmet Haşim’e, Cahit Sıtkı Tarancı’ya, Enver Gökçe’ye, Ahmed Arif’e, Sezai Karakoç’a, Cemal Süreya’ya, Hilmi Yavuz’a, Kemal Burkay’a karşın bu yöre çağdaş şiirimizde de gereğince yer bulamamıştır.
Şam, Bağdat dünyanın ender kültür kentlerindendir. Sadece Emevîler ve Abbasîler devrinde değil, hemen her dönem hemen bütün Asya’nın kültür/sanat elçilerinin toplaştığı, İslam felsefesinin, Divan edebiyatının tartışıldığı fikir bahçeleri olmuşlardır. Nitekim Ahmet Haşim de Bağdat doğumludur. Modern Türk şiirinin ilk kalemşoru, ilk manifest sahibi…
Ne var ki coğrafi genişlik; ‘cihanşümul’, ‘ kıtalar imparatorluğu’ benzeri terkipler bizi yanıltmamalıdır. Genel olarak Türk şiiri müphem, gri, hatta negatif bir şiirdir. İnsan yüzleri flu, eşyalar renksiz, nehirler ve göller muğlâktır. Bu; Şattü’l-Arab, Fırat ve Dicle için de geçerlidir, Osmanlı kültür dairesinde yer alan çeşitli dillerde kotarılmış manzum ürünler için de. Mem û Zîn, örneğin. Tam anlamıyla bir Mezopotamya destanıdır. Babil yerleşik kültürüne dâhil Kürtlerin bir epopesi. Mülteci bir ruh hâli, göçebelere, çobanlara özgü bir uçarılık, Reşko’dan, Zagros’tan Akdeniz’e akar âdeta. Gelgelim ne Dicle’nin lacivert yelesi savrulur beyitlerinde, bendlerinde, ne Fırat’ın kan kızıl nefesi. Çünkü tipik bir Osmanlı şairidir Ehmedê Xanî. Mağrur, melankolik. Dünyaya, hayata mim parmağının arkasından bakan “kahraman”ların bir kalemşoru. Divan şiiri ‘narrative’ bir şiirdir ama ne Fuzûlî’de, ne Bâkî ya da Ehmedê Xanî’de bir şehri, bir nehir veya gölü temaşa edebilmek mümkündür. Şattü’l-Arab, Fırat ve Dicle sadece eğretilemedir, âşıkların, vuslatın bir simgesi. Mihenk taşı da Mem û Zîn’in XXXV. bölümündedir:
Elqîsse: Jı îlleta dı dılda
Seyrek we dı çû Memê bı mılda
Şettıl-Ereb û Ferat û Ceyhûn
Hersê te dı go bı yekve ra bûn
Kısacası: gönlündeki hastalıktan
Memo’nun omzundan öyle bir sel akıyor ki,
Şattü’l-Arap, Fırat ve Ceyhun
Sanırdın ki üçü birden taştılar.
(Çev. Mehmet Emin Bozarslan, 1968)
Dicle Sümercedir. Yunanlılar dışında, hemen bütün halklar Dicle (İdigna: İdiklat: Hiddekel: Diklat) adını kullanmışlardır. Yunanlılar Tigris, yani ‘kaplan’ demişler nedense. Ehmedê Xanî de Ceyhun…
Mem û Zîn tipik bir mesnevîdir, bir aşk şiiri. Kurtarılmış bir has bahçe, harflerin, Yazı’nın kutsandığı, gözyaşına, Kürtçeye banıldığı bir epope. Müphemlik doğası gereğidir; Divan şiirinin görgü kurallarıyla, aymazlığıyla, coğrafyayı hafife alışıyla ilintili.
“Suya Yazılıdır”ın girişi |Şark Belleği, YKY, 2016