Tayfun Atay yönetiminde çıkan Cumhuriyet pazar eki güçlü kalemlerin yazıları ile dopdolu

Cumhuriyet Pazar Eki tanıtım filmini izleme için tıklayın

https://www.youtube.com/watch?v=Y41aVNmZzGU

 

Ömrümün neredeyse 40 yılı üniversitede geçti. Ama bunun son 20 yılını “akademya” yanında medyada da bir teşrik-i mesai içerisinde sürdürdüm.
Çünkü kabıma sığamadım! Zaten zaman-mekânda tüm çeşitliliğiyle insana ve kültüre bakan antropoloji bünyesinde ta en baştan hayatı üniversiteye taşıma esasıyla hareket etmekteydim. Bu yetmedi, üniversiteyi de hayata taşıma arzusu, tutkusu, aşkıyla yandım tutuştum.
Medya, daha doğrusu yazılı basın, buna karşılık bulma yolunda uygun mecra oldu.
Doktora sonrası Londra’dan döndüğümde sıcağı sıcağına ilk yazım, 90’lı yıllarda kendince bir iz bıraktığı söylenebilecek Yeni Yüzyıl’da çıkmıştı (19 Şubat 1995). Başlık şu: “Kimlerin temsil ettiği İslam? Hangi İslam?”
Heyhat, gel de efkârlanma! Şimdi ortalıkta “gerçek İslam olur mu olmaz mı” tartışmasına soyunan kimilerinin daha gencecik İslamcı oldukları günlerde yazmışım, “gerçek İslam” hikâyedir diye!.. Biraz, “erken öten horoz” misali!..
Sonra başka gazetelerde de yazdım ama daha disiplinli “gazetecilik” kulvarına girmem, Can Dündar’ın tavassutuyla olmuştur. Çocukluk arkadaşım, mahalle arkadaşım, okul ve de sınıf arkadaşım Can’la beraberliğimiz onlarca yıl hep bir akademik-medyatik etkileşim boyutuna sahip oldu.
İlginçtir, bunun ilk adımı görsel medyaydı: 1999-2000 arası NTV’de her ay bir bölümü yayınlanan 11 bölümlük, yani bir yıl süren “4. Nesil” belgesel çalışması. Rahmetli hocamız Prof. Ünsal Oskay’ın varlığıyla, tam da başta söylediğim gibi, üniversiteyi medya dolayımıyla hayata, topluma getirmeye çalıştığımız bir gündelik hayat ve kültürel değişme belgeseli… Can’ın Ankara’daki çalışma bürosu, adeta derslik gibiydi o bir yıl boyunca.
Gazete yazarlığına geçişimse yine Can’la birlikte Milliyet bünyesinde çıkardığımız Pazar eki “Popüler Kültür”le oldu. Bir sezon çıktı her hafta, efsane bir kadro ile: Ünsal Oskay, Melis Alphan (o zaman Çelebi), Can Kozanoğlu, Murat Belge, Ahmet Tulgar, Ömer Özgüner sıralanabilir.
Kısa ömürlü oldu, ayrı konu, ama ne zaman Can’la konuşsak, geleceğe analarımızın ak sütü gibi helâl, son derece saygın bir iş bıraktık mı bıraktık diye konuşuruz.
Sonrasında BirGün, T24, Radikal ve şimdi de Cumhuriyet oldu ama o ilk “Popüler Kültür” eki üzerinden çalındı benim mayam şu bizim medya gölüne!..
İşte o deneyim ve birikim doğrultusunda Cumhuriyet benden 2018’de bir nefes sıhhat, bir yudum umut kabilinden bir Pazar eki için kolları sıvamamı istedi.
İktidarın, Nâzım’ın dizesini hatırlatırcasına ama tek farkla, sönmüş değil, “aktif” bir yanardağ ağzı gibi korkunç şekilde üzerimize geldiği bir dönemde istedi bunu benden…
Ben de tam bu minval üzere seve seve kabul ettim.
Türkiye’nin kul hakkı yemeyen, “İyi, doğru, güzel” insanlarının, onların arasında olan okurlarımızın hatırına kabul ettim.
Bu memleketin hâlâ bize de ait olduğunu vurgulama yolunda kabul ettim.
En önemlisi, bu gazetenin hepimiz adına iktidarın gadrine en çok, en çıplak, doğrudan ve fiziken uğrayanlarına, “zindanı bal eylemiş” cesur yüreklerimize bir borç sayarak kabul ettim!..
Yapmaya çalışacağımız bellidir: Bir “gündelik hayat sosyolojisi”ni anlaşılır dille popüler ilgiye açma muradındayız.
Ünsal Hoca’mızın ağzından da hiç düşmemiş, Adorno’nun sözü, “Yanlış hayat doğru yaşanmaz”dan yürüyüp, yanlış hayata hiç olmazsa “panzehir” üretebilme arzusundayız.
Sözlü kültürden görsel kültüre sıçramanın psiko-sosyal sorunlarıyla malûl insanlarımıza, ne sözlü (folk) kültürü hiçe sayarak, ne de görsel kültürü küçümseyip reddederek, yazılı kültür aşısıyla bağışıklık kazandırma derdindeyiz!..
İlk sayıda arkamızda muazzam bir “kale”nin desteğini bulduk: Zülfü Abi (Livaneli); sevgili hocam Prof. Bekir Onur; kardeşlerim Mirgün (Cabas), Mine (Söğüt) ve “Ahmedo Bra” (Tulgar); dostum Barbaros Şansal; Can Dündar gibi bir kadim dostum, mazim, Prof. Bülent Vardar; akademik patikada kalplerimiz buluşmuş Prof. Osman Elbek; “Ünsal Hoca-kardeşliği”nden Dr. Göksel Aymaz; heyecan verici bir mutluluk olarak ikisi de üniversiteden öğrencim, Süreyya Su ve Ahu Somay; “şeker gibi” kalemleriyle Hilal Bebek ve Müjde Yazıcı Ergin; nihayet sanatlarıyla gözümüzü- gönlümüzü, zihnimizi açan Şenol Bezci ve Murat Bergi… Sağ olsunlar!..
Ama bu iş yine de bir muhteşem “sacayağı” olmasaydı hayata geçemezdi.
Öncelikle görsel yönetmenimiz, “paratoner”im, sükûnetim Ulaş Eryavuz
En gencimiz, canım, heyecanım, “atar-damar”ım Gürer Mut
Ve yazıyla görselin aşkla buluşmasının Ulaş gibi bir diğer mimarı, beceri ve uyum abidem İlknur Filiz… Üçü de iyi ki var ve benimle!..
Tabii, “Azıcık aşım kaygısız başım” nev’inden bir stratejiyle harıl harıl yürüttüğümüz çalışmada bize ferah bir ortam, her türlü imkân ve özerklik sağlayan, anlayış da gösteren gazete yönetimine de şükran borcumuz büyük.
Eksiğimiz, kusurumuz, yetersizliğimiz yok mu, var.
Ama şurası kesin, bunları giderecek yetkinliğimiz de var.
Bu inanç ve güvenle, “Gezi Ruhu”na selâm çakarak, hatta o itibarsızlaştırma hedefli ifade, “Gezi-zekâlı”lığı da muhabbetle sahiplenerek diyoruz ki:
Bu daha başlangıç!
Mücadeleye devam!..