ELEŞTİRİ Aralık 2023
Merkezin uzağında güncel sanat dünyasına yeni bir kapı aralayan I. Uluslararası Akdeniz Bienali, 6 Şubat depremlerinden sonra ayağa kalkmanın ‘yapabiliriz’ vurgusuyla bir ön izlemesi.
I. Uluslararası Akdeniz Bienali’nden görünüm. Fotoğraf: Saygın Mavinil
Yaşamı tehdit eden büyük felaket anları, hep içerisinde “Hayat yeniden normale döner mi” sorularını barındırırken gelecek her seferinde yeni boyutlarıyla yeni olanaklar yaratır. Geleceğin öngörülemezliği, insanı yaşamda tutan bir dinamizmin yanı sıra en büyük trajedilerin ardından “neler yapabiliriz” refleksini taşımakla da yükümlü. İnsanlığın en zor zamanlarında bile yeniden hayata tutunma çabaları ve başlı başına yeni keşifler, üretimler ortaya koyulması yaşama güdüsünün en güçlü hali olsa gerek. İklim krizi, savaş, siyasi gelişmeler, doğal afetler insanlığı geleceğe dair ümitsizliğe düşürmesine karşın yaşanan felaketlerin ardından böyle anların verdiği çaresizlikle elden ne gelir demek yerine; hep buradayız ve gitmiyoruz diyenler de çıkar, hatta her şeye rağmen hep yenisini yapabiliriz diyenler de.
Hepimizi kahreden 6 Şubat 2023 depremleri bir bölgeyi neredeyse bütünüyle değiştirirken geride kalanlar için bundan sonrasında neler yapılabilir ve hayat nasıl inşa edilebilir düşüncesi yeni tohumlarını vermeye devam ediyor. İşte 2023 yılının bahar aylarında ilk kez yapılması planlanan Uluslararası Akdeniz Bienali de yaşanan deprem felaketinin ardından bu yeniden ayağa kalkmanın bir yansıması. Geçtiğimiz mayıs ayı için planlanırken deprem nedeniyle ertelenen organizasyon ulusal ve uluslararası sanatçıları bir araya getirerek Akdeniz’in ve bölgenin geleceğine dair umut ve hayalleri yeniden yeşertme amacı güdüyor. Başlangıçta Çukurova’ya uluslararası bir çağdaş sanat müzesi kazandırma amacıyla yola çıkan projenin bir bienal fikrine evrilmesi sonucu gerçekleşen organizasyon sanat dünyasının dikkatini bölgeye taşımayı hedefliyor. Depremin etkilediği bölgeler olan Tarsus, Mersin, Adana, Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Mut ve Afşin’de 15 Ekim – 30 Kasım 2024 tarihleri arasında izleyiciyle buluşan I. Akdeniz Bienali/Çağdaş Sanat, “Yapabiliriz” başlığını merkeze alarak sanat dünyasını kapsayıcı bir yaklaşımla Akdeniz coğrafyası özelinde birleştirme misyonunu ediniyor. Fırat Arapoğlu, Seyhan Boztepe ve Tansel Türkdoğan’ın küratörlüğünü üstlendiği bienal bölgedeki sanatı, kültürü ve etkinlikleri desteklemek için gönüllü bir ruhla harekete geçmenin bir karşılığı olarak hayat buluyor.
Çukurova Çağdaş Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı (Çukurova Çağdaş) tarafından düzenlenen etkinlik, vakfın uzun vadede kurmayı amaçladığı uluslararası bir çağdaş sanat müzesi ve koleksiyonunun oluşturulması vizyonu için de geleceğe doğru atılmış bir girişim. Dayanışma ruhuyla bir arada bulunma gereksiniminin yarattığı bu platform bienalinönemli bir yanı. Bu yönüyle ortaya çıkan çok renklilik birbirinden bağımsız ve farklı işlerin tematik bir çatı olarak değil de her birinin kendinden bir bakışla özgün sunumu. Ayrıca bienalin ‘yapabiliriz’ vurgusundan ilhamla eldeki verilerle oluşturulmuş kompost bir yaklaşım. Akdeniz’in çok sesli, çok kültürlü yapısından da yararlanarak arkasına aldığı coğrafyanın kadim geçmişindeki Akdeniz uygarlıklarının da tarihsel kodlarından oluşturulmuş bir komposizyonaynı zamanda Bienal hem kentlerin yerel yapılarını harekete geçirerek bölgenin güncel sanatla ilgilenen insanlarını hem de sanat dünyasında bilinen isimleri yan yana getiriyor. Böylelikle amatörlükle profesyonellik iç içe geçiyor. Bir resim öğretmeni olan sanatçının işleriyle uluslararası arenada işler üretmiş isimler yan yana geliyor. Bu yönüyle bienal eşitlikçi bir tavırla belki de güncel sanatı sadece belli bir zümreye ait olmaktan çıkarma amacı güdüyor ve yerel halkla bütünleşik bir gösterim sunma çabasına giriyor. Bienal yetkililerinden, bölgede yaşayanlardan bienale dair olumlu geri dönüşler alındığı öğreniyoruz. Böylelikle Akdeniz Bienali, son yıllarda hız kazanan İstanbul dışında kalan şehirlerin güncel sanatla olan ilişkisinde yeni bir kapı daha aralıyor.
“Benim için bienal eski büyük kalelerde savaşırken uzun bir ağaçla kapının kırılması demek”
Bienalin gözle görülmese de hissedilen üç ayrı bölümlenmesi var. İlki küratörlerin alanı; Tarsus’ta ve kısmen Mersin’de görülebilen bu kısım için küratoryal bir kaygının olduğu profesyonel ve yaratıcı bir yaklaşımdan söz edebiliriz. İkinci kısım ise Çukurova Çağdaş Sanat Vakfı’nın ortaya koyduğu geniş ve kapsayıcı bir bölüm. Burada işler küratoryal olarak seçilse de vakfın koleksiyonunu içeren işlerin mekânsal düzenlemeye yönelik bir seçki olduğunu anlıyoruz. Son olarak ise daha bağımsız olduğu sezilebilen serbest bir alan.
I. Akdeniz Bienali’ni fikir olarak ortaya atan sanatçı ve Çukurova Çağdaş Sanat Kültür Eğitim Vakfı genel koordinatörü Ekrem Kahraman, organizasyonun yaratım süreciyle ilgili olarak; “6 Şubat depremi öncesinde organizasyonu planlamıştık. Otuz civarında yabancı sanatçı vardı. Deprem olunca her şey darmadağın oldu. Çünkü bizim sergi açacağımız mekânların çoğu ya yıkıldı ya da hasarlı olması nedeniyle Kültür Bakanlığı kullanımını erteledi. Bir dahaki sefere bizim belirlediğimiz yerlerde olacak diye düşünüyorum. Bir Suriyeli ile bir İtalyan birlikte iş yapsın istiyoruz, en önemlisi bu. Böyle bir şey yapılabileceğine kimse inanmıyordu, şimdi inanıyor.” derken bienal coğrafyasının hâkim olduğu tarihsel kodlar üzerine de duruyor; “Bu bienalin en önemli özelliği bu bölgenin güçlü bir tarih barındırmasının yanı sıra çok fazla kültüre de sahip büyük coğrafya olması. Eski Roma İmpatarorluğu’nun hakimiyetinin olduğu bölgedir Akdeniz bölgesi. İki yılda bir çalışmaya açık bir kültürel alan burası. Uluslararası bir çağdaş sanatlar müzesi kurma fikri ile başladı bu süreç. Akdeniz uygarlıkları başlı başına büyük bir kavram. Irak’ta, Ürdün’de, Mısır’da, Fas’ta, Tunus’ta, Cezayir’de ne yapıldığını bilmek istiyor insanlar. Madem ki geçmişte Tarsus bir bölgenin başkenti ve orada Antik Yunan düşünürlerinin bir tarihi var öyleyse bu büyük ağın içerisinde uluslararası bir çağdaş sanatlar müzesi olduğu zaman benim için bienalden çok daha önemli. Böylesi bir şeyde Faslı, Tunuslu, Cezayirli en az 5’er sanatçının tıpkı Venedik Bienali’ndeki gibi burada olduğunu düşündüğünüzde bölgedeki bütün entelektüel bakış açısı ve sanat dünyası bu bölgenin sanatını tamamen görecek. Bu bölgenin çevresinde en az 15-20 tane güzel sanatlar fakültesi var. Burada öğrenim gören çocukların çağdaş sanatla ilgisi yok ve orijinal bir eser görmüş de değiller. Bir sergi geleneği de yok. Burası önemli bir zemin olacak. Bienali şuna benzetmek lazım, eski büyük kalelerde savaşırken uzun bir ağacı alıp kapıyı kırarlar ya bienal benim için tam da bu ve nihayetinde kapıyı açtı bana göre. Biz bunun yapılabilir olduğunu göstermek istedik.”
“Yapabiliyor olmamızın birinci planda olduğunu, ikinci planda ise yaptığımızı göstermek olduğunu savunuyoruz” diyen Kahraman, bienalin amacıyla ilgili olarak ise bir kültürel sıçramaya yol açacağını umduğunu vurguluyor; “Amatörce resim yapılan ve profesyonelce bir geçişin olmadığı bir bölgede şu anda biz bienal yapıyoruz. Bu bölgede büyük bir sanat ayağa kalkışı demek. Kavramsal sanatla ilgili farklı düşünce biçimleri ortaya koyuyoruz. Bu girişimlerin hepsinin çok değil birkaç sene sonra orada var olan çağdaş sanat ortamını yukarıya taşıyacağını, sanata ilgi duymayan ve anlamam diyen insanlarda yeni bir ilgi yaratacağını düşünüyorum. Bu da büyük bir kültürel sıçramaya yol açacaktır.”
Afşin: Yedi Uyurların mekânında eşitlikçi bir yaklaşım
Bienal için gittiğimiz bölgede basın ekibi olarak ilk önce Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine götürülüyoruz. Adı hep Âşık Mahzuni Şerif’in memleketi olarak özdeşleşen Afşin’in coğrafyası dağlar arasında bir kapalı bir havza gibi. Dağların içinden geçen 11 tünelden geçilerek girilebilen bu ilçeye ancak oraya gitme amacıyla gidilebilir, yolunuzun uğraması pek mümkün değil gibi görünüyor. Afşinliler şairlere düşkün olacaklar ki geçtiğimiz her bir tünele Maraşlı bir şairin adı verilmiş.
Afşin ilçesine bağlı Tanır Mahallesi’ndeki Yassı Höyük’te yapılan arkeolojik kazılar bölgeye dair yeni bulgular verirken bölge tarihinin geçmişine dair kronolojik sıralamayı değiştirir nitelikte. Milattan önce 558-330 yıllarında hüküm süren Pers devletinin izlerini taşıyan Akhamenid dönemine ait 2 bin 600 yıl öncesinden kalan tabakalara rastlanması Afşin tarihi için heyecan verici gelişmeler. Arkeolojik kazıların Göbeklitepe ve Karahantepe kazılarına benzer parelellikte yeni tarihsel kaynaklar sunması bölgeyi cezbedici kılan diğer unsurlar arasında.
İlçenin en önemli diğer özelliği ise birçok inanç ve kültürde anlatıya konu olan ve birçok farklı yerde bulunan Ashâb-ı Kehf (Yedi Uyurlar) efsanesinin bir versiyonuna ev sahipliği yapması. Hem Hristiyan hem İslam kültüründe yer alan bu efsaneye konu olan mağaranın bulunduğu bölge ilçenin en çok ziyaret edilen yerlerinden. Bienalin Afşin’deki mekânı da tam da Ashâb-ı Kehf mağarasının bitişiğindeki kervansaray. Bizans İmparatoru II. Theodoius döneminde yapılan kilisenin üzerine Anadolu Selçuklular tarafından 1215 – 1234 yılları arasında bugünkü caminin de inşa edildiği kervansarayda, tarihi dokunun içinde yer alan eserler hem bölgedeki sanatçılarının ve öğrencilerin hem de Çukurova Çağdaş koleksiyonundan ünlü isimlerin işlerini biraraya getiriyor. Bienalin eşitlikçi ve çok sesli yapısının göze çarptığı bu bölümde bir öğrencinin işiyle Bedri Baykam yan yana geliyor ve bienalin birleştirici yönü dikkat çekiyor.
Tarsus: Çok renklilik, çeşitlilik ve geçmişten bakan bir atmosfer
Afşin’in akabinde ikinci gördüğümüz bienal mekânı olan Tarsus, I. Akdeniz Bienali’nin merkezi olma hüviyeti taşıyor. Yine Afşin’de olduğu gibi bünyesinde Ashâb-ı Kehf mağarası bulunduran lokasyonlardan olan ilçe bir nevi aynı efsaneyi kardeşçe bölüşüyor ve bölgenin ruhunu anlamak için olanaklar sunuyor. St. Paul Anıt Müzesi, Boğaziçi Üniversitesi Gözlükule Araştırma Merkezi ve Çukurova Sanayi İşletmeleri’nin bienal mekânlarından olduğu ilçede aynı günlere denk düşen Tarsus Festivali’nin de olması bölgeyi hareketlendirmiş görünüyor. Boğaziçi Üniversitesi Gözlükule Araştırma Merkezi bienale dair kavramsal işleri ilk kez gözlemleyebildiğimiz bir yer olurken Eser Bakım’ın “Kumaşını da Al Gel” isimli işi neredeyse bienalin sembolü olabilecek çok renklilik, çeşitlilik ve birlikteliğin form bulmuş hali. Birçok filmde plato olarak kullanılan Çukurova Sanayi İşletmeleri ise bienalin en atmosferik mekânı sayılabilir. Vaktiyle eski bir çırçır fabrikası olarak da kullanıldığını öğrendiğimiz mekân Çukurova’yla özdeşleşmiş yazar Orhan Kemal’in romanlarından çıkmış gibi nostaljik bir alana sokuyor izleyiciyi. Bienal alanları içinde mekân kullanımının işlerle en iyi şekilde örtüştüğü yapı, depoları, iç içe geçen labirent gibi odalarıyla bir atmosfer kurmayı başarıyor.
I. Akdeniz Bienali : Depremden sonra ayağa kalkışın ilk gayretleri
Bu yıl ilki gerçekleştirilen Uluslararası Akdeniz Bienali depremden sonra hayatın devam ettiğini sorumluluk bilinciyle ele alan bir girişim. Yaşanan her türlü olumsuzluğa karşı hayatı yeniden örebiliriz refleksinin bir karşılığı. Merkezin dışında kalanların kendi dilini bulma gayretiyle ortaya koydukları olanakları “yapabiliriz” temennisiyle örtüştüren ve eldeki veriyle izleme deneyimi sunmaya çalışan organizasyon birbirinden farklı kaynakların bir aradalığını vurguluyor. Aniden gidilen bir misafirlikte elde olanlarla hazırlanmış bir yemek gibi. Kendiliğinden, doğal ve yöresel. Buradayız ve gitmiyoruz diyenlerin bu bölgenin yeniden ayağa kalkması için kâr amacı gütmeyen gönüllü dayanışması birlikte neler yapılabilir fikrine de ilham veriyor. Gelecek yıllar devamı gelmesi isteğiyle şimdiden bir ön izleme sunan organizasyonun bu bölgenin potansiyellerini açığa çıkarması, zorlukların içinden yıldızlara kadar mottosuyla uzun vadede gelecek için ışık veriyor.