Cumhuriyet’in ikinci yüz yılının ilk günündeyiz. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in değerlerine yönelik saldırılar her geçen gün artar, ‘parti devleti’nin valileri ve kaymakamlarının konser ve festival yasakları hız kesmezken, siyasal iktidar ve yandaşları bu günü göstermelik demeçler ve ‘sınırlı katılımlı’ törenlerle geçiştirmeye çalıştılar. CHP’li yerel yönetimler ise, kitlesel fener alayları, konserler düzenleyerek, halkın coşkusuna ortak oldular. Atatürk’ün “Cumhuriyet’in temeli kültürdür” sözü rastgele söylenmiş bir söz değildi elbette. Bu ülkenin kültürel değerlerine olduğu kadar evrensel kültürün değerlerine de aşina bir devlet adamının sözleriydi bunlar. Yeni bir toplum yaratma ülküsüyle yola çıkmıştı Atatürk ve yanındaki aydınlar. Bu toplumun bireylerinin ‘kul’ değil, özgür yurttaşlar olmasını istiyor ve bunun yolunun kültürden, sanattan geçtiğine inanıyorlardı.

Dünkü gazetelerde yayımlanan en anlamlı kutlama mesajlarının sanatçılara ait olması boşuna değildi. Değerli müzisyen ve müzik aktivisti Cihat Aşkın “Yüzyıldaki en büyük kazanımlarımızı sorarsanız kültür alanında yapılan atılımdır derim. Çünkü Cumhuriyet’in temeli kültürdür. Kültür olmadan kimlik, kimlik olmadan da bağımsızlık olmaz” diyerek çok önemli bir noktaya dikkat çekiyordu. Cumhuriyet sözcüğünü demokratiklik ve çoğulculuk kavramlarından soyutladığınızda geriye kalan Cumhuriyet, ne bize ne de bu Cumhuriyet’i kuran kadrolara yakışmaz.

KAZANIMLARIMIZ

Cumhuriyet’in toplumumuza neler kazandırdığını anımsayalım. En başta ülkenin bağımsızlığı. Yalnızca siyasal değil, ekonomik bağımsızlığı. Sonra, dilimizin başka dillerin sultasından kurtulup, kendi kimliğini kazanması, laiklik ilkesinin benimsenmesiyle dinin siyasete alet edilmesinin önüne geçilmesi, kadının tutsaklıktan kurtulup, tüm yurttaşlık haklarını kazanması, insanların kul olmaktan çıkıp özgür yurttaşlar olmasını sağlayacak çağdaş bir eğitim ve kültür politikası ve bu politikanın gereği olarak yaratılan kurumlar: Halkevleri, Köy Enstitüleri, Devlet Konservatuvarı, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Dil ve Tarih Kurumları, vb… Elbette, 1930’larda Avrupa’yı etkisi altına alan milliyetçi/şoven akımların etkisinden uzak kalınamamıştı bu kurumlar hayata geçirilirken. Yeni bir ulus yaratılırken, farklı kültürel kimliklerin tek bir kültür potasında eritilmeye çalışılmasının sonuçsuz kalacağı düşünülmüyordu. Ama, sanatçılarımızın evrensel kültürle buluşması için yurtdışı eğitim programları uygulanıyor, dünya klasikleri dilimize kazandırılıyor, Avrupa’nın önemli sanatçıları (özellikle Nazi Almanyası’ndan kaçanlar) ülkemize davet edilerek, yeni kurumların sağlam bir temele oturması sağlanıyordu.

Sanatın kitleleri eğitmekte önemli bir araç olduğunun bilincindeydi Cumhuriyet’imizi kuran kadrolar. Eğitim politikamızın mimarları, Hasan Ali Yücellerin, İsmail Hakkı Tonguçların kuramla pratiği buluşturan, gençlere doğa sevgisi ve bilgisi aşılayan eğitim politikasının ana damarlarından birinin sanat olması rastlantı değildi. İyi insan ve iyi yurttaş yetiştirme hedefi ile yola çıkan bu eğitimciler, bu hedeflerine ulaşmak için sanat ve kültür derslerine ağırlık veriyordu.

EKSİKLERİMİZ

İkinci yüzyıla girerken, Cumhuriyet’imizin başardıklarının yanı sıra başaramadıkları oldu;

https://www.birgun.net/haber/yeni-bir-yuz-yil-408176