Yalnız Güneş Şahitti – Gökhan Yücel

Adana’da yazlar sıcak ve kurak geçer, bazı günler kavurucu. Asfalta yapışan lastikler yolla bir olur, insanların zihninin içinde düdüklü tencere sesi duymasına yol açan bir sıcaklık, tüm bölgeyi etkisi altına alır günlerce. Gündüzleri güneşin altında yanar, geceleri yatakların içindeki terden göllerde uyur insanlar. Yeni aşıkların bile birbirine dokunmaktan imtina ettiği bir döneme girilir temmuzun sonunda. Bırak dokunmayı, başkasının sesini duymak bile terletir insanı. Kimse kimseyle konuşmaz gerekmedikçe, göz göze bile gelmez. Sadece sıcak geçsin diye sessizce beklenir.

Tüm bu cehennemin içinde bir grupsa yarınlar yokmuşçasına içer. Sanki delicesine aşıkmış gibi, güneşi unutmak için. Ama nafile…güneş görünmediği anlarda bile unutturmaz kendini. Gökyüzünden korlar içinde devasa bir demir atmış gibi sabitler sıcağını. Yüzünü göstermediği anlarda bile sıcağını esirgemez.

Ama bir gün içerken alkol duvarı aşılır, sınırlar geçilir. Sıcağın manyaklığı tetik çektirir düşünmeden. 2 büyüğü devirmiş 2 arkadaş deliler gibi ateş ederler güneşe. Duyduğunda insanın yüzünü kızartacak, daha önce hiç gün yüzü görmemiş sinkaflı küfürlerle birlikte 2 şarjörü boşaltırlar güneşin üzerine. Sonra da sızarlar.

Uyandıklarında karanlıktır…hava biraz serinlemiş, atmosfer nefes alınabilir seviyeye gelmiştir. Emrah ve Murat 2 büyüğün yarattığı külçe gibi kafalarla zig zag çizerek evin yolunu bulurlar. Gökyüzü dünyanın dönüş hızının 10 katıyla üzerlerinde dönerken evin bahçesinde yeniden uyurlar.

“Suuu!!!” diye kalkar Emrah. Çevresine bakar, hala karanlıktır. Çok da zaman geçmediğine kanaat getirir. Ama kim bilir, belki de bir tam gün uyumuşlardır. Bu arada havanın ciddi şekilde serinlediğini fark eder. Bahçeden eve girer, buzdolabındaki su şişesine doğru hamle yapmak üzereyken anneannesini görür. Elinde Kur’an, cam kenarında korkuyla dışarı bakmaktadır. Sürekli sarhoş gezdiği için pek konuşmazlar, küçükken çok dövdüğü için sevmez de anneannesini, ama yanına gidip sorar “Nen var?” diye. Kadın torununa bakar. Yüzünde daha önce hiç görmediği bir korku vardır. “Güneş” der kadın “doğmadı”. Emrah yanına gelip camdan zifiri karanlık sokağa bakar “E daha var. sabaha doğar”. Kadın kafasıyla sehpada duran eski saati gösterir. “Öğleden sonradayız Emrah, sabah gelmeyeli çok oldu…onun yerine kıyamet geldi”.

Az sonra Emrah hışımla dışarı çıkar, bahçenin ortasında, derin rüyaların ortasında horlayan arkadaşını dürterek uyandırır “Murat kalk lan kak!!!”. Murat inleyerek gözlerini açar “Ne var lan, uyuyom” der gözlerini açmadan. “Kalk oğlum kalk, güneş doğmamış!”. Murat gözlerini aralayıp etrafına bakar, geceyi görür “Daha gece be olum…bekle doğar bikaç saate”. Emrah Murat’ı yakasından tutarak kaldırır “Olm 8 saattir doğmamış. Bişey oluyo! Korkuyom Murat! Biz ne yaptık?!!” der yere çömelip. “Ne yaptık? İçtik…hep içiyoz” der Murat yavaşça dikelerek. “Güneşi vurduk lan biz! Güneşi vurduk!!!” der Emrah gözünden yaşlar süzülürken. Murat omzuna elini koyar. Birlikte bir daha bitmeyecek karanlığa bakarlar sessizce.

Emrah ve Murat ertesi gün (aslında gün olmadığı için yaklaşık bir uyku geçtikten sonra) kasaba meydanında insanları toplarlar. Sıcaklık bir kaç derece daha düşmüştür. Yakınlarda yaşayan herkesi organize edip güvenli bir noktaya taşırlar. Kimse güneşi vurduklarını bilmese de suçun yükü ağır bastığı için var güçleriyle çalışırlar. Sönen güneşin ardından, kalan günleri sayılı olsa da insanlarının güven içinde yaşamalarını sağlamak için çaba harcarlar.

Birkaç gün önce sıcaktan nefes alınamayan Adana’da bir hafta içinde sıcaklık 0 dereceye yaklaşır. Fotosentezin yokluğu bitki örtüsünü bitirmiştir, hayvanların telef olması da gecikmez. Neyle karşı karşıya olduğunu bilemeyen insanlar garip davranışlar sergileyip, vahşileşmeye başlarlar. Dünyanın sonu geldiği için herkes kontrolden çıkmış, bildiğimiz biçimde medeniyetin bir anlamı kalmamıştır. Kan gövdeyi götürürken, Emrah ve Murat insanlarına liderlik ederler. Yemek bulmaları, ısınmaları, korkmamaları için ellerinden geleni yaparlar.

1 ay sonra dünya nüfusunun sadece %4’ü kalmıştır. Teknoloji ve medeniyet yüzlerce yıl geriye dönmüş, her yer donduğu için kalanlar mağaralara sığınmıştır. Buna rağmen Murat ve Emrah insanlarının daha uzun süre dayanması için çalışır. Ne var ki kalan insanların tamamı 1-2 hafta içinde ölür. Emrah, aralarında en son giden olur. Murat da bir yaradan kaptığı iltihap yüzünden ölünce kendini yollara vurur, en sonunda bir yarın ucuna ulaşır. Karşısında üzeri tamamen donmuş deniz vardır. Güneşin olması gereken yere bakıp gözyaşları içinde dövünerek “Biz bi’ bok yedik toyluğumuzdan. Sadece çok sıcak diye hayatı, güneşi vurduk. Şimdi kimse kalmadı, yerde çiçek bile bitmiyor. Böyle olacaksa, karanlıkta yaşamanın ne anlamı var!” diyerek kendini aşağı bırakır.

Emrah’ın yere çarpışından saniyeler sonra güneş kendi kendine “Vurulmadım, kırıldım orospu çocukları” der ve yavaş yavaş tekrar aydınlanmaya başlar.