Pamuğun, beyaz altın olarak anıldığı o yıllarda Adana, bir sinema kentiydi. O zamanlar sayılarının çok rahat yüzü aştığı söylenen bu sinemalar, bir dönem çocukluğunun ve ilk gençliğinin en gözde mekânlarıydı.
Yaz aylarında, bulundukları semtte, sıcacık bir şehrin kendi gibi gönlü de sımsıcak insanını ağırlayan yazlık sinemalar ise sanata ve sanatçıya verdiği değerle ünlenen bu bereketli toprakların can simidi gibiydi.
Telaşla yenen akşam yemeklerinden sonra, alelacele evlerden çıkılır, birbirine tutturulmuş tahta sandalyelerin üzerinde iki film birden izlemek ve yıldızların altında dalınacak hayallere kavuşmak üzere, yasemin kokularının uçuştuğu sokaklara doğru yola konulurdu.
Yeşilçam’ın ve dünya sinemalarının vizyona yeni girmiş filmlerinden hangisine gidileceğine gündüzden karar verilir ya da akşamları, yan yana dizilmiş sinemaların önünde aceleyle film beğenilir, aile yerinden veya locadan bilet alınırdı.
Çocuğunu, bebek arabasına koyduğu bebeğini alan Adanalıların civarda oturanlarının büyük bir çoğunluğu ise, çay bahçelerinin, sinemaların dip dibe sıralandığı, belli saatlerde trafiğin kapatıldığı Sular’da toplanırdı.
Yazının devamını okumak için tıklayın