Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

https://youtu.be/tH5L4pYdc9M

Adnan Yücel ile ilk karşılaşmamızdan bu yana kırk yıl geçti. Geriye dönüp baktığımda, bizim kuşağın, şiiri bir zorunluluk olarak, geri dönülmezcesine atılmış bir adım olarak yazdığını görüyorum. Adnan Yücel, şiirini toplumu, dünyayı değiştirme arzusunu gerçekleştireceği bir dil olarak görüp şiirine aynı arzuyu taşıyan kitleleri cesaretlendirme görevi yüklüyordu…

1976’da, Adana’dan Ankara’ya üniversite öğrencisi olarak geldiğimde karşılaştık, Adnan Yücel’le. Bir lisede edebiyat öğretmeniydi. Daha sonraki yıllarda onun evindeki aile bireylerinden biri gibi olacağım zamanların başlangıcında, hiç unutmam, o yıllarda yayınlanan, oldukça politik bir kültür-sanat dergisi olan “Yapıt” dergisinin “ofis-ev” inde ilk kez karşılaştık. Ben şiirlerimi dergilere göndermeye henüz cesaret edemezken, şiirlerini pek beğenmediğim bir kişinin şiirlerinin çok önemsediğim Yapıt dergisinde yayınlanması beni çok kızdırmıştı. Bir gün Yapıt dergisinin adresini buldum. Yenimahalle’de bir evdi. Bir adam içeride merdivene çıkmış, boya yapıyordu. Derginin sahibi olan Kutluay Şakar’ı sordum. “Benim” dedi, elindeki boya damlayan fırçayla aşağı bakarak. Ben biraz şaşkın, o beğenmediğim şiirleri niçin yayınladıklarını sordum. Bana daha dikkatle bakarak ve merdivenden aşağı doğru biraz daha eğilerek, “sen daha iyisini yaz!” dedi. Ben de, “yazarım!” dedim. Yapıt dergisinin yazı kurulu üyesi olmaya kadar gidecek ilişkimiz böyle başladı. O dergide birçok şiir ve yazı yayınladım. Bir hafta sonu gittiğimde, Adnan Yücel olduğunu öğrendiğim (adını dergide çıkan şiirlerden biliyordum) bir kişi, o yıllarda çok popüler olan Hasan Hüseyin, tiyatrocu Metin Bilgin de oradaydı. Kutluay Şakar beni onlarla tanıştırdı. Akşam, Ankara’nın entelektüel tarihinde önemli yeri olan “ Tavukçu Meyhanesi” ne gittik. Harika bir gece yaşadık. Hasan Hüseyin müthiş enerji dolu, espritüel (mizah kitapları da vardı) bir adamdı. İlerleyen zamanlarda sıkı dost olacaktık. Adnan Yücel henüz kitap çıkarmamış, o günün dergilerinde şiirler yayınlıyordu. Kardeş gibi olmuştuk. Ben üniversite öğrencisiydim ve haftada ik-üç gün Adnan’lara uğrar, yemek yerdim. Bazen yatılı kalırdım. Eşi Ayşe nefis pirinç pilavı yapardı ve ben çok severdim. Ben geldiğim zamanlar mutlaka yapardı. “Taylan” adında, 6-7 yaşlarında, melek gibi bir oğulları vardı. Bir gün Taylan evin önündeki caddede oynarken, onu bir otomobilin çarpması sonucu kaybettik. Belki de bu acı olay, sonraki yıllarda savrulacak olan ilişkilerinin kıvılcımı oldu.

Yazının devamını okumak için tıklayın