Sabah saati 4:26’yı gösterirken başlayan yazışma,
Saat 5:46’da ‘’ bilgeliğin ışığı’’ mottosuyla sonlanıyor.
Londra’da yaşayan gözümün nuru babasına yaptığı komplimanla,
Yeni başlayan günü, yine bir unutulmaz armağan haline getiriyor.
Sohbetimizin konusu ‘’zamanı nasıl kavramalıyız’’.
Zamanı diyorum, bir süre ya da süreç olarak da düşünebiliriz,
Onu bir eylem ya da anı defteri gibi de değerlendirebiliriz.
Oğlum benden bir örnek istiyor hemen, bu kuşak rasyonel çünkü.
Bak diyorum; doksan dakika oynanan bir maçın on dakika uzatmasını düşün.
Gol yemeden sürenin geçmesini bekleyen takım için, uzayan çileli on dakika,
Yaşamı süre yada süreç olarak görenin birebir örneğidir.
O süre içinde sürekli gol arayan, birikiminden eylem çıkaran, akın üstüne akın yapan,
Son on saniyeyi bile kullanan içinse zaman bir eylem ya da birikimdir.
Edward Young ‘’ harcanan zaman salt varoluş, kullanılanı ise yaşamdır’’ der.
Zamanın ilerleyen bir şey olduğu hissi sadece insana özgü bir kavramdır.
Yaşam-zaman-ölüm üçlemesi içinde çırpınan her bedbaht beden için,
Zamanın asıl süresi, yaşamdaki eylemlerin bedeli için harcanan algı uzunluğudur ki,
Amerikalı Kronobiyolog Jay Dunlop bunu tek bir merkezden algılamadığımızı zikredip,
Aksine her hücre, doku, fizyolojik mekanizmada ayrı bir ölçme mekanizması olan ,
İnsanı, içinde farklı zaman gösteren saatlerle dolu, bir saatçi dükkanına benzetir.
Ve ekler ; zamanı bir süre olarak geçirmek, yada süreç olarak değerlendirmenin ötesinde,
Zamanımızı verimli ve etkin kullanmak denen eyleme dönüştürmek için,
İşte bu saatçi dükkanındaki tüm saatleri aynı doğru zaman üzerinde buluşturmalıyız.
Yaşamın asıl hammaddesi zamanı, bunca farklı şekilde kullanan alt birimlerimiz,
Bizim zaman karşısında çaresiz hissetmemizdeki en önemli çıkmazdır.
Mark Twain, saatçi dükkanı insanın bu verimsiz zaman yönetimini tek cümleyle özetler;
Zaman içinde bir dolu üzüntü ve endişem oldu, ama çoğu gerçekleşmedi…
●●●●○○○○●●●●
En büyük yakınmamız zamanın akıp gitmesi, avuçlarımızdan kum gibi kayması.
Bir kum saatindeki kumların, zamanla sürekli birbirine sürtünerek kayganlaşmasından,
Ve o dar aralıktan akarken saatin boynunu zamanla genişletmesinden dolayı,
Saat ne kadar eskiyse, zaman o kadar hızlı geçer metaforu vardır dostlar, bilirsiniz.
Zamanın geçişi gidişi, sürenin azalması, sona yaklaşma açısından bakılınca zamana,
Dün karşılıksız çek, yarın vadeli senet, bugünse gerekli nakit gibi daraltır insanı.
Oğlumla sabahın o saatinde yaptığımız sohbet benim zaman algımı irdeliyor.
Umarım bu sohbetimiz onda da süre algısını, eylem ve birikim fırsatına çevirecek.
Zamanı harcayıp tüketmek yerine, her geçen gün biriktirip arttırmak mevzumuz.
Çok klasik bir tarif yaparsak, kendi dışındaki olaylarla ilgisi olmaksızın,
Kendi doğası gereği düzgün biçimde akmakta olan zaman,
Tabii ki hepimizin hissettiği mutlak, hakiki ve matematiksel bildiğimiz zamandır.
Kant gibi düşünürsek mekan gibi sırf görüdür zaman.
Bizim düşüncelerimiz ve görümüz olmaksızın var olamayacak bir şey için,
Sınırlama koymak, süre biçmek ve akış hızına kaptırmak yerine,
Yaşanılan dilim ne olursa olsun eylemde kalmayı tariflemiş büyük usta.
Süre olarak algılandığında büyük bir paradoks yaşam.
Geçmiş artık yok, gelecek henüz gelmedi, bugün ise başlayıp hemen yok.
Yokluğa bu denli yakın duran zamanın varlığını süre olarak algılamak zafiyetimiz.
●●●●○○○○●●●●
Sevgili dostlar, sabahın ilk ışıkları öncesi, dinlenmiş zihin kadar berrak bir dimağ,
Edindiği deneyimleri gözden geçirmek ve üretken olmak için daha eşref saat yok.
Bugün ne bir ‘’ carpe diem’’ anı yaşa deme basitliği içindeyiz,
Ne de ‘’ vakit nakittir’’ diyerek zamanı bile bir metaya çevirmektir amacımız.
Şüphesiz onu an, gün, yıl, mevsim, asır gibi matematiksel uzunluklarla,
Einstein gibi kütlesi olan, bükülebilir görelilikte bir fiziksel yapıda,
Bergon düşüncesinde olduğu gibi bellek ve bilinç olarak uzayan bir kimyada,
Kuantum fiziğinde olduğu gibi süreksiz ve kesintili olarak algılayabiliriz.
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim kavram ise,
Zamanın tüm bunların ötesindeki farklı bir açılımı olan kesintisiz eylemdir.
Verimli, etkin ve varoluşu her yönüyle sorgulayıp kendini bulan eylemdir ki;
Tıpkı Isaac Perlman’ın keman çalarken ona seslenen hayranını yanıtladığı anektoddaki ona anlattığı süreden bağımsız eylem gibi:
-Sizin gibi keman çalabilmek için tüm ömrümü verirdim.
-Ben verdim zaten…