Hayatın Provası Olmaz – Emre Toğrul

Emre Toğrul

Yaşama ayak uydurmak denen bir tabir var,
Aslında doğru olan da bu, ayak uydurmak.
Miyarlarca yaşam arasında tam anlamıyla tek bildiğimiz,
Tek görüp hakim olabildiğimiz yaşam bizimki olduğu halde,
Nasıl bir algılama, kavrayış ya da havaya girmeyse bizimki,
Yaşama ayak uydurmak yerine getirdiğine götürdüğüne karışıp,
Üstelik de, tamamen bizim dışımızdaki hayatlardan ilhamla,
Yavaşlayıp beklemesini, geri dönüp kalanı almasını, silmesini,
İleri sarıp bir an önce istediğimize varmasını planlayıp duruyoruz.
Yaşama ayak uydurmayı başarmanın anlatımı defalarca yapıldığı,
Yol haritası öykülerle, filmlerle, şiirler şarkılarla verildiği halde,
Geçmiş yaşam öyküleri, bizzat kendi yaşadıklarımız örneğine,
İnsanlık tarihi üç aşağı beş yukarı aynı hayatlarla geçmesine rağmen,
Niye başarmak bu denli güçtür dersiniz dostlar?
Çünkü der feylesofun biri, ‘’yaşama ayak uydurmayı başarmak,
Onu itina ile yapılan basit bir işe çevirmekten geçer’’.
Hayatın provası yok dostlarım, herşey doğaçlama…

●●●●○○○○●●●●

Provası olmayan bu yaşama, ayak uydurabilme başarısının,
En derin analizlerini yapmış insanların, ortaya çıkan kavramların,
Ortak söyleminde hep şu vardır:
‘’ Başarmak bir strateji değil bir samimiyet sorunudur.’’
Bu, önceden kestirilmesi mümkün olmayan yalan dünyaya uymak,
Yani samimi bir şekilde önümüze serilen yaşamla bağdaşabilmek için,
İç ve dış yaşam başarısını, seçebilme özgürlüğünü yakalayabilmek için,
Öncelikle bu samimiyet sorununu, düşüncedeki ataleti aşmakla yükümlüyüz.
Bir günde aklından ortalama 60 ila 80 bin düşünce geçen ortalama insanın,
Bu en büyük iç engeli olan atalet nedeniyledir ki,
O düşünceler bir türlü hayata geçip, ayak uydurma başarılamaz.
Böylece atalet, insanlarda iki davranışı tetikler:
Düşündüğünü yapamamak, yaptığı üzerinde düşünememek.
Oysa ne yapmamız, niçin yapmamız gerektiği,
Nasıl yapmamızın uygun olduğu ve yapmazsak neler olacağı,
Dağlara taşlara kazınmış, şiirlere şarkılara lirik olmuştur.
Bizi düşündüğünü yapamamak psikolojik ataletine duçar eden,
Yaptığı üzerine düşünememek entelektüel ataletine prangalayan şey,
İnsanlığın bu ruhsal kanseri, iç ataletin en etkin ilacıysa,
Bir feylesofun zikrettiği üzere:
‘’ Yaşamı itina ile yapılan basit bir işe çevirmektir ki,
Bunu başarmak bir strateji değil mutlak bir samimiyet sorunudur.
Provası olmayan, doğaçlama bir hayata ayak uydurabilmeyi sağlayan,
Kendini, sadece kendini bilmekle ulaşılabilecek bir samimiyet sorunu.

●●●●○○○○●●●●

Şimdi pazar pazar, bu kadar ağır girip beynimizi yaktın Emre kardeş,
Bakalım, sözün sonundaki selamet ne, diyeceksiniz.
Dostlar aslında herşey bu emir cümlesiyle başlıyor;
‘ Gnothi seauton = Kendini bil’.
Öyle ki, her ne kadar daha önce defalarca oynanmış,
Başı sonu belli bir hikayeyse de yaşam,
Bizim adımıza konuşulduğunda, provasız, sanki hiç bitmeyecek bir oyun gibi.
Kendini bilmek dediğimiz şey;
Soruya tutmanın ve soruya tutulmanın aynı insanda, kendimizde birleşmesi.
Öyle bir erdem ki bu,
Giderilmesi gereken tüm yetersizliklerin ifadesi olduğu kadar,
Bilinmezlikten özgürlüğe ve kendimizle kurulan samimiyete uçurur insanı.
Provasız ve kartları gelişigüzel dağıtılmış , hep yaşanmış hayatların sende olanı,
İşte o ataletin yenilmesiyle, soruların yanıtlardan önemli olduğu kavrandığında,
Gidilecek tek yerin aslında kendimiz olduğu ile benlik aşıldığında,
Hayatta her yolun, iki yer arası değil, iki yol arası olduğu anlaşıldığında,
‘’ İtina ile yaşanan basit ve doyumsuz bir süreç’’ olacaktır.
Hayat iyi ki provasız dostlar, iyi ki provasını yapmadan yaşıyoruz,
Aksi takdirde, inanın, çok zor oyuncu bulurduk bu sahte senaryoya.