Altan Kardeşlere Dünyadan Destek Varmış, Öyle Mi? Adana Fikir Platformu Hamit Serbest

Dünyanın önde gelen yazar, akademisyen ve yayıncıları bir araya gelmişler, Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın gözaltına alınmasına ortak bir mektupla tepki göstermişler.

Dünyadan 54 çağrıcı imzalamış ve mektup yeni destekçilerin imzasına açık imiş.

Muhteremler diyor ki:

Dünyanın tüm demokratlarını, Türkiye’yle ve Türkiye’nin önemli bir rol oynadığı Ortadoğu’nun geleceğiyle ilgilenen herkesi,

  • Türk Hükümeti’nin, farklı fikirleri savunan Türkiye’nin en parlak düşünür ve yazarlarına karşı yürüttüğü sindirme ve baskı harektına karşı durmaya çağırıyoruz.

15 Temmuz darbe girişimi McCarthy tarzı bir cadı avı yürütmek için bir bahane olarak kullanılmamalıdır.

Tanınmış romancı Ahmet Altan ve önde gelen bir iktisat profesörü aynı zamanda yazar olan kardeşi Mehmet Altan’ın 10 Eylül 2016 tarihinde bir şafak baskınıyla gözaltına alınmış olmasından özellikle rahatsızlık duyuyoruz.

Şafak baskınıyla göz altına alınan diğer vatan evlatları için niye sesiniz çıkmadı?

Türk Hükümeti’ne ülkenin kıymetli yazarlarını soruşturmaktan vazgeçmesi ve Ahmet ve Mehmet Altan’la birlikte haksız yere suçlanan birçok diğer dost ve meslektaşımızın hızla tahliyesini sağlaması çağrısında bulunuyoruz.

Altan kardeşlerin niye savunulduğu çok açık aslında. ABD projesi olan TARAF gazetesinin kurucuları ve şahinleriydiler.

Meydan boş iken tasmalarınız sebest bırakılmışken üstelik tam güvende olduğunuzu biliyorken atmak kolaydı.

Şimdi ise “keser döndü sap döndü, gün oldu hesap döndü“…

Demek bu sözleri söyleyen atalarımızın bir bildikleri varmış!

İhanetiniz çok büyük. İnsanlarımızı zehirlediniz. Bunları yaparken düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü laflarını da hiç eksik etmediniz.

Acaba siz özgürlüğü hiç tattınız mı?

Yoksa hep sipariş üstüne gönlünüzü, aklınızı satarak mı yaşadınız?

Özgür olmak çok başka bir şeydir. Yazdıklarınız zaten özgürlük adına hiç bir şey tatmadığınızı çok açık gösteriyor.

Özgür bireyler olsaydınız bu kadar kolay iftira atamaz, yalan söyleyemezdiniz.

31 Mayıs 2011 tarihli Taraf Gazetesinde Ahmet’in yazdığı “Askerî cumhuriyet” başlıklı yazıdaki ifadeleri ve iftiraları belki derdimi anlatmaya yardımcı olur…

Acılı bir dönem sona eriyor.

Yanlış kurulmuş bir cumhuriyet şimdi yeniden biçimleniyor.

Biz cumhuriyet kurup başına Mustafa Kemal’i getirmedik, Mustafa Kemal’i başa geçirip etrafına bir cumhuriyet kurduk.

Tek partili bir diktatörlük de halktan destek alamadığı için desteğini ordudan aldı.

Niye yaptığımızı bugün dahi mantıklı bir şekilde açıklayamadığımız bir sürü tuhaf “devrimi”ordu zoruyla gerçekleştirdik.

İnsanların giysilerine musallat olduk.

“Fes giymeyeceksin” diye tutturduk.

Alfabelerini değiştirdik.

Müziklerini dinlemelerini yasak ettik.

Bunların hiçbirini halkın rızasını alarak yapmak mümkün olmadığından hep orduyu kullandık.

Ne olurdu insanlar fes giyseydi, Arap alfabesi kullansaydı, Bach yerine türkü dinleseydi?

Ne olurdu görüntü Batılılara benzemeseydi de, “halkın iradesine” dayanan bir yönetim şekli Batı’ya benzeseydi?

Bu ülkede “şapka giymiyor” diye adam asıldı.

Bunun saçmalığını dile getirmek yasaklandı.

Mustafa Kemal, Batı uygarlığının “özünü” değil, biçimini benimsedi.

Bu ülkenin aydınları da “görüntüyü” çağdaşlık olarak değerlendirdi.

Eğitim bir “beyin yıkama” kampanyasına dönüştürüldü, demokrasi neredeyse lanetlenip “cumhuriyet” alabildiğine yüceltildi.

Cumhuriyet, bir diktatörlük yönetimine cevaz veriyordu çünkü.

Demokrasi ise diktatörlüğe izin vermiyordu.

Gericilik-ilericilik tamamen şekil üzerinden öğretildi.

İnsanların birbirlerine nasıl hitap edeceği bile yasalarla belirlendi.

Batı’nın şapkasını aldık.

Gömleğini, ceketini, alfabesini aldık.

Felsefesini, bilimini, demokrasisini almadık.

Görüntüsel bir özentiye dayanan bir diktatörlük kurduk, bunun sürmesini de ordunun silahıyla sağladık.

İsmet Paşa da bu düzeni sürdürdü.

Sonra bunu değiştirmek zorunda kaldık.

Her şeyi “görüntü” sandığımızdan “demokrasinin” de görüntü kısmını benimsedik.

Seçimlere çok parti girdi ama yönetim hep orduda kaldı.

Seçilen siyasiler, yönetimi kendilerinde sandıklarında ordu devreye girip darbe yaptı.

Darbeler de bizim tuhaf cumhuriyetin bir “parçası” olarak kabul edildi.

Soğuk Savaş sırasında, Amerika Türkiye’yi Sovyetler’e karşı kullanmak istediği için bu düzenin sürmesinden yana çıktı.

Sonra dünya değişti.

Amerika değişti.

Avrupa değişti.

Türkiye’den talepleri değişti.

Ordu bunu kabul etmek istemedi.

Son darbesini 28 Şubat’ta yaptı.

2002’de zenginleşen muhafazakâr kesimlere dayanan, dünyanın desteğini arkasına almış AKP iktidarına karşı da darbe hazırlıklarını, girişimlerini, planlarını sürdürdüler.

Dünyaya öylesine kördüler ki hayatın değiştiğini fark etmediler, kendilerine olan güvenleri tamdı, hazırladıkları darbeleri kayıtlara geçirdiler.

Hayatın, zamanın, koşulların kendilerine verdiği mesajları anlamamakta direndiler.

Sonunda yakalandılar.

Halk artık darbelerden ve darbecilerden nefret ediyordu.

Kendi iradesinin iktidara gelmesini istiyordu.

Dünya da bunu destekliyordu.

Dün ilk kez muvazzaf bir orgeneral “darbe” hazırlıklarına karıştığı için tutuklandı.

Kenan Evren, darbe yaptığı için ifadeye çağrıldı.

Ordunun içindeki son cunta da şimdi temizleniyor.

Yeni bir çağ açılıyor.

Bu çarpık cumhuriyetin içinde hayat bulmuş bütün “çarpıklıklar” da temizlenecek, cumhuriyeti bu toplum yeniden kuracak.

İnsanların giyimine, diline, dinine, yaşamına karışılmayacak, karışmaya kalkan cezalandırılacak.

Kişilerin iradesinin değil, dünyayla uyum içinde yaşayacak bir toplumun iradesinin yönetime yansıyacağı bir dönem bu.

Diktatörlüğe heves etmek artık mümkün değil bu çağda, bunu da herkesin aklında tutmasında büyük fayda var.

www.adanafikirplatformu.org